Türkiye’nin bütün geleceğini bir kişiye bağlamak en başta İslami değildir; tarihi gerçeklere de aykırıdır. Fakat bugün geldiğimiz noktada Erdoğan artık sadece bir kişi, bir siyasi figür olmaktan çıkmıştır. Erdoğan’ı bir kişi, yani bir siyasi figür olmaktan çıkaran süreci sadece Türkiye değil bütün dünya, özellikle İslam coğrafyası yaşayarak şahit oldu. Bunu uzun uzun anlatmaya gerek yok; ama bir noktasının altını kalınca çizmeye gerek var.
Basit bir soru soralım önce: “Güçlü ülke” olmak ne demek? Yani bir ülkeye güçlü derken hangi güçten söz ediyoruz?
Ordusunun asker ve envanter büyüklüğü müdür bir ülkenin gücü? Kısmen evet.
Ekonomik yapısı, yani üretim kapasitesi ve dış ticaret hacmi midir? Bu da kısmen evet.
Toprak büyüklüğü müdür? Tek başına bir değer değildir ama yan faydalarıyla birleşince buna da evet denilebilir? Nüfus bir ülkenin gücü müdür? Sayılabilir ama tek başına bunun da bir önemi yoktur.
Nijerya’nın nüfusu 170 milyon civarındadır ama 65 milyonluk İngiltere’nin sömürgesidir mesela. Çok fakirler ve çok eğitimsizler; o yüzden mi sömürge olmak zorundalar? Hiç alakası yok. Kanada ve Avusturalya fakir de değil eğitimsiz de değil ama onlar da İngiliz sömürgesi.
Tam bu durumda güçlü ülke hangisi oluyor, neye göre güçlü oluyor? Asker mi, para mı, silah mı, toprak mı, insan mı? Bunlar güce dair unsur değildir aslında. Güç varsa ortaya çıkan belirtilerdir ve gücü ölçmek için tartılan başlıklardır en fazla. Ama güç değildirler.
Güç, bir arada olmaktır, milli olmaktır, yerli olmaktır. Altını kalın çizgiyle çizmemiz gereken önemli yer, Erdoğan’ın şahsı değil ama Batı’nın nezdinde Türkiye adına temsil ettiği konumudur. 16 Nisan referandumunun sıradan, rutin siyasi bir seçim olmadığını bize gösteren doğrudan Batı’nın kendisidir. Bağdadi ile Kılıçdaroğlu birebir aynı cümleleri kullanarak “Hayır” diyorlar. (Başkanlık sistemi İslam’a aykırıdır, İslam’da istişare vardır Erdoğan’da istişare yok…) Almanya, Hollanda, PKK, Fetullah Gülen, ABD, İran vs. delirmiş gibi “Aman ha, sakın ha, ‘Hayır’ deyin” diye telaşlanmış durumdalar.
Bütün bu yaşadığımız sürecin adı güç testi işte. Ne kadar güçlüyüz ona bakıyorlar. Aramızda hâlâ onlarla işbirliği yapacak kümeler var mı ona bakıyorlar. Dağılıyor muyuz, yoksa milli meselelerde bir araya gelip hepsine birden meydan okuyabiliyor muyuz ona bakıyorlar… 16 Nisan’da meydan okuyup gücümüzü gösterirsek bizimle uzlaşmak, taviz vermek zorunda olduklarını anlayacaklar. Yok eğer onların dediği yoldan giderde “Hayır” dersek DAEŞ’le, PKK’yla, FETÖ’yle yola gelen güçsüz bir ülke olduğumuzu var sayıp taviz isteyecekler. En başta ekonomik tavizler isteyecekler, “Borçlanmak zorundasınız, faizleri yükseltmek zorundasınız, yatırımları yavaşlatmak zorundasınız, nükleer santraller, limanlar, yollar köprüler yapmaktan vazgeçmek zorundasınız” diyecekler ve sarı öküzü aldıkları için vazgeçmeyecekler. “Milli kimlik ve yerli vatandaş fikrinden vazgeçmek zorundasınız”la başlayan sonunda toprak istemeye kadar varan bir dizi saldırıya geçecekler. Bunu yapacaklar çünkü görecekler ki biz bir arada duramıyoruz, bizim mukavemetimiz düşük, biz direnemeyiz.
“Evet” dersek, 15 Temmuz’da görüp korktukları, milli meselelerde bir araya gelebilen güçlü bir millet olduğumuzu görecekler ve bizden istemeye hazırlandıkları tavizleri kendileri vermek zorunda kalacaklar. İşte tam bu arada, Erdoğan bir kişi olmaktan çıkarak milli ve yerli birlikteliğin sancağı haline geldi. Tam da bu yüzden bütün planlarını Erdoğan’ı zayıflatmak ve düşürmek üzerine yapıyorlar; çünkü Erdoğan’ın sancak olduğunun farkındalar. 16 Nisan’da Recep Tayyip Erdoğan, büyük Türkiye’nin, bütün hayal ve planlarımızın sancağı mahiyetindedir. Bu sancağı düşürürsek karanlıkta bekleyen sırtlan sürüsü “Düştü bunlar” diyerek bize saldıracaklar…