Birkaç gün öncesinde TCMB Başkanı Murat Çetinkaya’nın yılın 3. enflasyon raporunun açıklanmasıyla ilgili yaptığı açıklamalar piyasalar için oldukça önemli veriler içeriyordu.
Çünkü açıklamanın sonunda ortaya çıkan sonuçta 2 önemli husus göze çarpıyordu. Bu sonuçlar iç talepteki yavaşlama sinyallerinin belirginleştiğinin görülmesi ve iç talep etkilerinin özellikle son çeyrekte görülmeye başlanmasının beklenmesi olarak sunulmuştur.
Enflasyon sebebiyle maliyetlerin dolayısıyla da fiyatların yükselmesi ülke içerisindeki talebin yavaşlamasına bu durumunda olumsuz etkilerinin bu yılın ekim-kasım ve aralık aylarını kapsayan son çeyreğinde ekonomiye ciddi anlamda olumsuz bir durum olarak yansıması an itibariyle varsayılmaktadır.
Ayrıca 2018 yıl sonu enflasyon beklenti oranının %8,4’ten %13,4’e güncellemesi de bu olumsuzluğun göstergesi niteliğindedir. İthalata dayalı ekonomilerde eğer döviz kuru ile faiz oranı arasındaki o ince aynı derecede de hassas olan oranı iyi tutturamazsanız maalesef sonuç iç piyasalardaki talebi direkt etkilemektedir.
Enflasyonun beklentisinin yükseltilmesi piyasa da tüm maliyetleri yükselten bir etki ortaya koyduğu için de talep gerileyecektir.
Murat Çetinkaya’nın yaptığı açıklamalarda değindiği diğer konular ve bu konularla ilgili yapabileceğimiz yorumlamaları ise şu şekilde sıralamak mümkündür:
Global bazdaki küresel büyüme bu yılın ilk 6 aylık periyodunda istikrar kazandı ve gücünü korumaya devam etti.
Bu yılın 2. çeyreğinde küresel finansal piyasalarda dalgalanmalar artarken, ülkemizin risk primi ile döviz kurlarına dair göstergeler diğer gelişmekte olan ülkelere göre daha da olumsuz bir seyir izlemiştir. Bu göstergelerin olumsuz seyri piyasaların negatif bir hareketlenme içerisine girmesine vesile olmuştur.
Finansal piyasalar sıkılaşırken kredilerin büyüme hızları da yılın 2. çeyreğinde gerilemeye devam etmiştir. Kredilerin gerilemesi birçok sektörde özellikle imalat tarafında üretimin dolayısıyla da istihdamın gerilediği anlamında değerlendirilebilmektedir.
İktisadi faaliyet yurt içi talepteki yavaşlamaya bağlı olarak 2. çeyrek itibariyle dengeleme eğilimine girerken, turizmdeki güçlü toparlanmanın katkısıyla net ihracatın büyümeye desteği sürmüştür. Bu anlamda turizmde yaşanan toparlanmanın ağustos, eylül ve ekim aylarında da güçlü bir şekilde sürerek talep yavaşlamasına katkısı sürdürülmelidir.
Toplam talep koşullarının enflasyon üzerindeki etkisi 2. çeyrek itibariyle kademeli olarak zayıflamaya başlamakla birlikte, maliyet yönlü baskılar ve bozulan fiyatlama davranışları enflasyon görünümünü olumsuz etkilemiştir. Bunun sebebi döviz kurundaki ve faizlerdeki yükselişlerdir. Bu yükselişleri negatife döndürmek için üretimin önünün açılması gerekmektedir.
Enflasyona ilişkin riskleri sınırlamak amacıyla 2. çeyrekte güçlü bir parasal sıkılaştırma yapıldı, para politikası operasyonel çerçevesine ilişkin sadeleşme süreci haziran ayı itibariyle tamamlandı. Bu sürecin yansımalarını önümüzdeki aylarda hep birlikte göreceğiz.
Parasal sıkılaştırma ve Türkiye’nin risk priminde gözlenen artış, kur takası faizlerinin tüm vadelerde yükselmesine neden oldu. Faizlerin yükselmesi de kredi talebinin gerilemesi sonucunu ortaya koymuştur.
Küresel risk iştahındaki bozulmanın yanı sıra yurt içi gelişmelerin de etkisiyle TL’nin ima edilen oynaklığı önemli ölçüde yükseldi. Bu durumda TL’nin yabancı para birimleri karşısındaki değerini düşürmüştür.
çeyrekte ticari kredi büyümesi yavaşlarken, finansal koşullar belirgin şekilde sıkılaştı.
Fiyatlama davranışına ilişkin takip edilen göstergeler, ekonomik birimlerin maliyetlerin yükselmesi sebebiyle fiyat artırma eğiliminin güçlendiğine işaret ediyor.
çeyreğe dair açıklanan veriler, iktisadi faaliyetin yavaşlayarak dengelenme sürecine girdiğine işaret ediyor.