Ana gibi yâr olmaz, demiş atalarımız.
Yine derler ki;
Ana başta tâc imiş,
Her derde ilâc imiş,
Bir evlât pîr olsa da,
Anaya muhtâc imiş…
Ana, anne olmak… Nice manâlar ifade eder. Allah’ın kâinata koyduğu intizamın, yegâne prensip ve ihtiyaçlarından bir tanesi…
Özü; sevgi ve şefkate dayalı olarak kurulmuş koca bir âlem.
Dünyaya getirdiği yavrusuna, ciğerlerini parçalayacak şekilde; “Yavrum!” diye yırtılan bir ana. Onun gözyaşı yavrusu için, yavrusunun gözyaşı, onun şefkatini celbetmek için.
Âh, bu manayı bir bilebilsek… Anaların çektiğini ve yaşadığını şu kâğıtlara bir dökebilsek…
Ve onu bir anlayabilsek. Bu mümkün mü? Asırlarca analar üzerine şiirler yazılmış, nice sözler söylenmiş, menkıbeler anlatılmış… Hem hayvanlar âleminde ve hem de insanlar âleminde, nice hikâyeler kitaplara geçmiş… Allah’ımız nasıl bir nizam kurmuş, anaya verdiği bu şefkatle ne güzel bir silsile zuhur ettirmiş.
Bir tarafı acıyan bir çocuk, bir genç, bir orta yaşlı, hatta bir ihtiyar bile niçin “Anam” diyor hiç düşündük mü? O ihtiyarın anası kabirden çıkıp gelse, şüphesiz ki “Yavrum” diye gönülden ona sarılacaktır.
İşte bunlardandır ki, Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i şeriflerde anne üzerinde çok durulur. Onun kıymeti ve ona itaat, iyilik apaçık bir şekilde emredilir. Tabii ki baba da kıymetlidir, ona da iyilik ve itaat (Allah’ın emirlerine aykırı olmadıkça) emredilir. Ama görülecektir ki ana, babadan daha önde tutulur. Zira o, acı ve ıstırapla yavrusunu dünyaya getirmiş, onu uykularını terk ederek avutmuş, emzirmiş ve altını temizlemiştir. Onun için çileler çekmiş, aç kalmış fakat onu doyurmuştur.
Ama biz insanoğlu çok nankörüz. Ana ve baba oluncaya ve çocuklarımız için çileler çekinceye kadar, onların kıymetini bilemeyiz. Vefatlarından sonra ise “eyvah!” deriz ama iş işten geçer. O halde mü’min Kur’an ve Sünnet’e uyar ve onların kıymetini iyi bilir:
“Biz insana ana ve babasını tavsiye ettik. (Onları iyilikle gözetmelerini istedik). Onun anası kendisini sıkıntı üzerine sıkıntı ile taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce Bana sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak Bana’dır.” 31 Lokman 14.
Görüyoruz ki Cenab-ı Hakk, kendisine kulluktan sonra ana-babaya iyiliği emrediyor. Ana-babaya kötülük, eza ve cefa eden, onlara şefkat etmeyen bir mü’minin, Allah’a ibadetinin faydasız olduğu da ortaya çıkıyor. O ana ki, Allah Teâlâ onun hamilelik dönemiyle, iki yıllık emzirme dönemini mübarek kelamında bizzat zikrederek kıymetini bildiriyor.
Bir ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:
“Rabbin, sadece Kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine ‘Öf’ bile deme; onları azarlama. İkisine de güzel söz söyle.”
“Onlara acıyarak üzerlerine kanat ger ve ‘Rabbim, küçüklüğümde onlar beni nasıl (şefkatle) yetiştirmişlerse, Sen de onları esirge!’ diye dua et.” 17 İsrâ 23-24.
Şu emrin güzelliğine ve yüceliğine bakınız! Bu hakikate gönül veren insanlar, anne ve babalarını dışarıya atabilirler mi?
Bir başka ayet-i kerimede annenin fedakârlığı şöyle anlatılır:
“Biz insana ana ve babasına iyilik etmesini öğütledik. Anası onu zahmetle taşıdı, onu zahmetle doğurdu. Ona gebe kalması ve sütten kesmesi otuz ay sürer.” 46 Ahkâf 15.
“BURNU SÜRTÜLSÜN”
Bu hakîkati anlayan evlât, onları horlayıp itebilir mi?
Bunun sözü bile çok korkunç. Eğer Batı bu değerlere sahip olsaydı, yalnız kadın evleri yaptırmazdı. Kimsesiz insanların harici bile, evlatları olduğu halde son zamanlarında, dört duvarlı beton yığınlarına atılıyor. Şimdilerde bizde de bu yaygınlaşıyor ne yazık ki. Kısmen belki gereklidir. Bunun dışında eğer insanlar bu manâyı uygulayabilseler, pek tabiidir ki huzur evlerine ihtiyaç bile duyulmaz. Zira oralar bu insanlara aslında birer ıstırap evleridir. Acı, hasret ve hüzün vardır içlerinde. Sonra da bekleyiş! Acaba yavrusu çıkar gelir mi?
Aman Yâ Rabbi! Bu ne acı bir hakikat!
Yemeyip yedirdiği, giymeyip giydirdiği, geceleri kendisi için uykusuz kaldığı ve bin bir zorluklarla okuttuğu (!) evladı onu atıp gitmiş ya da ben bakamam demiş! Rabbimiz muhafaza eylesin!
Ebu Hüreyre (ra) şöyle rivayet eder:
Peygamberimiz (sav) bir gün: “Burnu sürtülsün, burnu sürtülsün, burnu sürtülsün” dedi. “Kimin burnu sürtülsün ey Allah’ın Resulü?” diye sorulunca şu açıklamada bulundu: “Ebeveyninden her ikisinin veya sadece birinin yaşlılığına ulaştığı halde cennete giremeyenin,” buyurdu. Müslim, birr 9; Tirmizi, daavat 110.
Peygamber (sav) Efendimiz’in şu hadîs-i şerifleri de, kadına yani anaya verilen değerin büyük bir numunesidir:
-Rasulullah (sav)’e bir adam geldi de:
-Ey Allah’ın Rasûlü, iyi himayeme insanların en fazla lâyık olanı kimdir, dedi. Rasûl-i Ekrem:
“-Anandır” buyurdu. O:
-(Ondan) sonra kimdir dedi, Rasûlullah:
-“Yine anandır” dedi, O, (tekrar):
-(Daha) sonra kimdir dedi. Peygamberimiz:
-“Anandır” buyurdu. O:
-Sonra kimdir deyince de;
-“Babandır” buyurdu. Buharî edeb 2.
İşte kadını yani anayı, ana adayını öne almak budur. Görüldüğü gibi eşit değil, ondan üstündür. İnanan takva sahibi insanlar, bunların gereğini daima yerine getirmiş ve getirmektedirler. Buna dair ne güzel menkıbeler mevcuddur. Onlar annelerinin elini öperek ve duasını alarak yanından ayrılır, dönüşünde tekrar onu kucaklar ve hal hatırını sorarlardı.
Zira bilirlerdi ki; “Cennet anaların ayakları altındadır.” Nesaî, cihad 6.
Onlar kötürüm ve yatalak olsalar bile, onları yedirirler ve temizlerlerdi. Ellerine aldıkları bir bardak suyu verecekleri annelerinin uyuduğunu görünce, onu uyandırmadan elindeki su ile sabahlayan evlâtlar, İslâm terbiyesini almışlardı. Çocuklarından evvel anne ve babalarını doyururlardı. İşte İslâm’ın kadına verdiği değer!
NE YAPTIK MUKADDES EMANETİ?
Nasıl bir aile bağımız vardı? Nasıl da bağlıydık birbirimize.
Şimdi nereye gitti? Ne yaptık, ne eyledik Mukaddes Emaneti? Neden okumak ve okutmak hevesleriyle ve tabii ki ardından kadının çalışma azmiyle aileler bitiriliyor? Neden böyle bir tuzağı görmüyoruz? Ne yapacağız biz Avrupa’yı? Kendileri ne halde bir baksak olmaz mı? Aile düzenleri bitmemiş mi? Ahlak sıfır değil mi? Aynı şey şu an bize de yapılmıyor mu?
Bu bağlılığı bilen kâfirler, içimizdeki münâfıklar sayesinde kızlarımızı, bacılarımızı ve analarımızı bu şereften alıkoydular. Gazetelerde boy boy çıplak resimlerini sergilemeye devam ediyorlar. Açtılar, çıplattılar, bir paçavra gibi ortaya attılar. Ve bunu onlar “zafer” olarak telakki ettiler. Doğru, bu onlar için bir zaferdi. İşte bariz bir misali:
1932 yılında Belçika’nın Spa şehrinde 28 ülkenin katıldığı güzellik yarışmasına, bizden Keriman Halis gitmişti. Yarışma bitmiş, iş karara kalmıştı. İşte o zaman jüri başkanı kürsüye gelip şöyle konuştu:
“-Bugün Avrupa’nın, Hıristiyanlığın zaferini kutluyoruz. 1400 senedir dünya üzerinde hâkimiyetini sürdüren İslâmiyet artık bitmiştir. Onu Avrupa Hıristiyanları bitirmiştir. Elbette Amerika ve Rusya’nın hakkını da inkâr edemeyiz. Neticede bu Hıristiyanlığın zaferidir. Türk güzeli Keriman, mayo ile aramızdadır. Bu kızı, zaferimizin tacı kabul edeceğiz, onu kraliçe seçeceğiz. Ondan daha güzeli varmış-yokmuş bu önemli değil. Bir zamanlar Fransa da oynanan dansa müdahale eden, Kanuni Sultan Süleyman’ın torunu işte mayo ve sutyen ile önümüzdedir.
Müslümanların geleceğinin böyle olması temennisiyle, Türk güzelini dünya güzeli olarak seçiyoruz. Fakat kadehlerimizi Avrupa’nın zaferi için kaldıracağız.”
Ah! Ayşe, Fatma analar, Rabia ve Nene hatunlar!
Kalkın da torunlarınızın halini görün!
Ey inanan evlatlâr, Allah için bu oyunlara gelmeyiniz.
Hakk’ı görün ve ona uyun!