Ramazan’da iftar davetleri olur, akrabalar çağırır şahane bir şeydir hem de sevaptır. Komşu iftarları olur, benim en sevdiğim. Size gelirler, siz gidersiniz. İmar planlamacıları, mimarlar dikkat etmedikleri için hep köşeye doğru yamuk saf tutarak akşam namazları kılınır evlerde. Bunlar güzel olanları…

Bir de kurumların, STK’ların ve siyasi partilerin gazetecileri çağırdıkları iftarları olur; onları hiç sevmem. Maksadı bellidir; Ramazan, sinsi bir halkla ilişkiler faaliyetinin mezesi olur o iftarlarda. Kibirli yuvarlak masalar olur ve ortasında o kibri haykıran nal gibi çiçekler koyarlar. Karşındakilerin yüzünü görmezsin. Şarap kadehlerini taklit eden bardaklardaki sularla iftar edersin. İftardan sonra kenarda, köşede sigara içerken gıybetin yakıcı zirvelerinde sıcak rüzgârlar eser. Zaten sofra değildir, masadır kenarına dizildiniz şey ve üzerindekilerin yarısından fazlası çöpe gider. Bazıları uyanıktır; “Efendim kalanları barınaklara veriyoruz” diye bir şey söyler; artık doğru mu yalan mı bilmiyorum. Aslında bu bile başlı başına bir kabalıktır ama güya israfa karşıdırlar işte, ses edemezsin.

Geçen akşam da yine bir STK beni iftara davet etmek için aradı. Ben yine her zaman ki gibi “Müsait değilim” diye atlatacakken telefondaki genç, “Abi eşinizi, çocuklarınızı alın bir Suriyeli ailenin evine misafir gidelim” dedi. İşler değişti…

Ben fırına gittim hemen kuyruğa girdim; zira İstanbul’da pidesiz iftar olmaz. Biraz yürüdük ve eve geldik. Fatih’te bir apartmanın giriş katı daire. Her zamanki gibi çocuklar açtılar kapıyı ve kalabalık bir aile neşeyle karşıladılar. Oturduk; babayı sorduk. Yokmuş evde. Bacakları koptu protez için tedavide dediler. Biz gittiğimizde 2 aile bir evdeydi. Evin en ufağı daha 9 aylık Talhat pırıl pırıl gözlerle gülüyordu. Sonra Gays vardı, İlkokula gidiyormuş. Gays yağmur demekmiş. Ondan 2 yaş büyük ablası Rama vardı. Çocuklar anne babalarından daha hızlı sökmüşler Türkçe’yi. Okulun da etkisi büyük tabii ama onlar daha çok konuşabiliyorlar çevreyle belki ondandır dedik.

Aile ibretlik bir şükür halindeydi. Gözleri gülüyor, bize göre mağduriyet sayılacak yokluğa, imkânsızlığa nimet gibi sarılmışlar hiç durmadan şükrediyorlardı. O akşam ev sahibiydiler, biz misafir olduk. Çok özlemişler ev sahibi olmayı. Ve belli ki biz çok hata yapmışsız onların misafir olduklarını hissettirmişiz. Bir tanıdığımız anlatmıştı: “Yolda kaza yaptık Suriyeli bir çocuğa çarptık. Hata bendeydi ama çocuğun ailesi ‘yalvarırım’ gibi özür dilemişti benden. Çarptığım çocuk da yerden kalkıp özür dilemişti!” Kendi vatanında olmamak böyle bir şey işte. Bize çorba, pilav ve tavuk yapmışlardı iftarda. Çok güzel ağırladılar. Evlerinde misafir olduk; onlar ev sahibi oldular. Tatlı ikram ettiler ve akşamın sonunda giderken tam da beklendiği gibi “Bir çay daha için” dediler. Benim 2.5 yaşındaki oğlum hemen arkadaş oldu hepsiyle. Hanımlar hemen kaynaştılar. Sonunda akşam bitti eve geldik; ama aklımız hâlâ o evde ve yaşadığımız muhteşem iftarda. Bir daha gitsek diye bizi davet eden STK’nın yakınında dolaşıyoruz dünden beri. Kısmet artık…

Uluslararası Mülteci Hakları Derneği yapıyor bu güzel iftar davetini. Yerinden, yurdundan edilen, Hicret eden, sürülen insanların haklarını koruyan bir dernek. Gönüllü gençleri var; şahane bir iş yapıyorlar. Ramazan daha bitmedi. Arayın bence onları ve misafirliğe gidebileceğiniz, size misafirliğe gelebilecek bir aileyle tanıştırsınlar sizi…