Her aklıma gelişinde yüzüm buruşur ve bir kusmuksu kokuda boğulurmuş gibi hissederim. Esasen, tamlandığı kelimenin başına işi sempatik bir çerçevede yumuşatarak pazarlamak üzere getirildiği aşikâr olan o sıfata da işte o günlerden beri çok ama çok ayarım. Postmodernmiş… Pehh… Sevsinler sizin entel ayaklarınızı.

Darbeydi işte kardeşim. Bal gibi, kabak gibi bir müdahale, ülke yönetimine ve siyasetine adamakıllı bir el koyma operasyonuydu ve başardılar o dönemler. Sivil-askeri bürokrasi, çeşitli sermaye grupları ve temsilcileri makamındaki kuruluşları,  TOBB ile birlikte çeşitli işçi ve memur sendikaları da Cumhuriyet tarihinin yüksek gelir skalasına ulaşmış oldukları halde bu işin içinde oldular.

YÖK Başkanı bir adam vardı, şimdilerde yumuşak rolleri yapan, o günlerde mütedeyyin öğrencilere tehditler yağdırırken yüzünün aldığı şekli çok iyi hatırlarım. Tabii ki o günlerin ünlü siyasi figürü, Özal devrimlerine en büyük ihanetleri yapan Onbaşı Mesut ve tek numarası mavi gömlek giyip kafasına koyduğu ”köylü kasketiyle” sosyal demokratlık yaptığını zanneden, ayrıca inançlı insanlara -had bildirmek- konusunda ( Merve Kavakçı olayı gibi) son derece mahir olan, üstelik Kartal model arabaya binmesi bir erdemmiş gibi sunulan ve ölümünden sonrasında bile ardında onlarca soru işareti bırakarak bu dünyadan hesap vermek üzere ahirete göçen Bay Ecevit de mezkur operasyonun en önemli aktörleriydiler. Bir de hukukçu kisveli makam sahibi faşistler.. İsimlerini anmak bile istemiyorum bu hak ve hukuk düşmanlarının, zahar, sağlam organizasyon yapmışlardı. Haa, bu vesileyle bilmem kaçıncı Cumhurbaşkanı Demirel’in rolünü bu perdede zikretmemek de çok büyük eksiklik ve ayıp olur.

İçime dokunmuştur ve hep anılarımda yer alacak ; ” Dayıcım beni Amerika’ya gönderin orada okuyayım n’olur! Ben okumak istiyorum ama başımı açamam, orada serbest ” diyen dünya tatlısı ve son derece başarılı 17 yaşındaki ablamın kızı Fatma yeğenimin sızlayışlarını o karanlık günlerde.

Hiç aklımdan çıkmayacak başörtüsü takan, akıl baliğ ve reşit üniversite kazanmış çocuklar için hazırlanmış o ” ikna odalarını”.  Sanki gaz odaları..

Ne farkı vardı ki sahi?

Herhangi bir şiddete başvurmadıkları halde sırf haklarını aramak üzere fakülteleri önünde nümayiş yaptıkları için yerlerde sürüklenen genç kızlarımızın görüntüleri hep gözlerimin önünde ve o günlerde hiçbir şey yapamamış olmanın verdiği utançla öleceğim, biliyorum.

Zaten fişliydik ve bir daha fişlediler… Sımsıkı fişlendik işte… Herhalde ellerinde imkân olsa Esed’in kendi halkına yaptığınca bir zulmü bize de reva görürlerdi, şüphesiz ; ”ya işkence ya ölüm ”

Bu coğrafyada hepimizi kardeş kılan ve yüzyıllardır bir arada tutan bu ülkenin tüm temel dinamikleriyle oynamak istediler. Bin yıldır Ezan ve Kuran ile yoğrulmuş bu toprakların çocuklarının dinlerini öğrenmesi sürecini çeşitli koşul, şart ve kayıtlarla sınırlı kılmak adına kanunlar çıkardılar.. Kamuda çok daha fazlasını yaptılar. Namaz ve dua ile ilişkisini gördükleri her hangi bir memuru kafadan  cezalandırdılar ; Ya atarak , ya da en iyi ihtimalle tenzili rütbe ile en çok zulme uğramaları mümkün bölgelere sürerek..

Müslümanca duyarlılıkları öne çıkmış siyasetçileri  ”kan emici vampirler” gibi aşağılayıcı ithamlarla tanımlamaktan kaçınmadı dönemin hukuk cellâtları.

Kendilerini yeni darbe döneminin aydınlanmacı önderleri zanneden bazı askeri rütbeliler çıktı ve ” 28 Şubat bin yıl sürecektir” gibisinden akıl almaz sözler ettiler.

Hayret! Böylesi tarih bilgisinden uzak, ideolojik saplantılı ve milletinin değerleriyle kavgalı adamların bu ülke ordusunda çeşitli makamlara gelmesine nasıl izin verilmiş? Olacak şey değil diyemiyorum, çünkü oldu.

Bin yıl sürecek demişlerdi.. Yanıldılar.. Bu üstten tavırlarla tehditler yağdırırlarken milleti hesaba hiç katmadılar..  O meş’um Şubat ayında baskı ve tehditlerle aldırdıkları kararların ne denli güdük olduğu sonradan açıkça ortaya çıkan bu zevatın iktidarı döneminede zulme uğrayan tüm evlatlarımızın kan davasını güdüyorum, güdeceğim, güdeceğiz. Barbarım, ilkelim bu anlamda. Yeğenim başta olmak üzere o dönemde emek, birikim ve yetenekleri yok edilip kıyılan, aşağılanıp horlanan kız evlatlarımızın tüm gözyaşları kan dolaşımıma karışmış durumda.

Bazı mahkemeler görüldü bu konuda ve sanırım 28 Şubat davasının tutuklu hiç bir sanığı yok şu an mapuslarda.  Kaldı ki, kaybedilmiş hakların ve gözden düşen yaşların sorumluları müebbet alsalardı bile, telafisi olabilir miydi akan masum gözyaşlarının ve devletleri tarafından aşağılanmış ruhların?

Bu mevzuyu takip edeceğiz ve sanırım bu nihai hesaplaşma ”binlerce  yıl”  daha sürecek, hatta kıyamet gününe değin …

Ellerinden gelseydi bu ülkeyi Esed Baas rejiminin Suriye’yi getirdiği halden daha beter edeceklerdi ki, millet devreye girip sorunu çözdü ve cunta bunun üzerine kendi kendini lağv etmek zorunda kaldı.

Sahi o dönemin kudretlilerinin isimlerini hatırlayan var mı şimdi?

                                   Selametle…