Ne oldu bizlere bilmiyorum!

Neden susuyor dillerimiz?

Niçin iş görmüyor ellerimiz?

Hani derler ya; “ölü toprağı mı” saçıldı üzerimize?

Ne yazık ki galiba öyle!

***

“Emr-i bi’l-ma’rûf,  nehy-i ani’l münkerimiz” vardı bizim.

İyiliği emretmek, kötülükten yasaklamak…

Evet, nereye gitti acep o?

Kayboldu gitti sanki. Bulmak ne mümkün!

Sokaklar perişan… İnsanlar hayâ ve edepten onlarca kilometre uzaklaşmış. Nine, anne ve evlât. Ya da torun diyelim. Nasıl bir manzara çıkarıyor önümüze. Halbuki edep gidince her şey gider. Ne acı bu… Artık günahlara alışmış gözler. Hem öylesine ki, hiç yadırganmıyor bile.

Aman Ya Rabbi! Ne olacak halimiz?

Hoca da olsa hacı da olsa bazen… Hiç fark etmiyor… “Yaşanması gereken bir dünya var” diyor ve günahlara umursamadan dalabiliyor.

Dünya değirmeni öyle öğütüyor ki insanı, habire çeviriyor. O, iyi oldum sanıyor ama nerde?

Âh bizler! Nereye gidiyoruz böyle? Rabbimizin hitabı geliyor dillerimize:

“Siz nereye gidiyorsunuz?” (81 Tekvir 26)

Ya da;

“Bu gidiş nereye?”

Ne yapıyoruz, ne yapacağız ve nereye gidiyoruz böyle?

Hiç düşünüyor muyuz?

***

Kötülükler hastalıklara benzer

Onlarca kötülük var hayatımızda…

Onların her biri ise bir hastalıktır.

Eğer hastalıklar teşhis edilerek tedavi edilmezse, insanın ölümüne ya da sıkıntılı ve müzmin bir yaşayışına sebep olur.

Yine kötülükler ekin tarlasındaki zararlı otlara, böceklere benzer. Tarladan ürün almak için otların çapayla alınması, böceklerin ilâçlamayla izale edilmesi gerekir.

O halde; cemiyet içerisinde Allah ve Rasûl’ünün yolundan saparak günah ve yasak olan işlere dalan insanların ya tedavisi, bu mümkün olmuyorsa zorla da olsa batıl yaşayışlarının önüne geçilmesi gerekir. Şayet bu yapılmazsa, hastalık bütün bir bedeni yani cemiyeti sararak, mahvolmasına sebep olur.

Sakın ola ki düşmanlarımızın ortaya attığı ve insanlarımızı inandırdığı bazı sözler var ya! Onlara kanmayalım. Derler ki;

-“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın…

– Her koyun kendi bacağından asılır.

– Eğ başını, gör işini,

– Kıl beşini al maaşını…”

Ferasetle düşünelim. Acaba bunlar lehimize mi, yoksa aleyhimize mi?

Acaba yakınımızda bulunan bir insanı, bir gün bir yılan soksa ve o da ölse rahat durabilir miyiz? Bir gün bize de gelebilir ve birimizi sokabilir endişesi içimizi kaplamaz mı?  Onu bulup öldürmek için her türlü çareye başvurmaz mıyız?

Yine düşünün ki; mahallenizde ölü bir koyunu asmışlar. Belki biraz da merakla ona bakıp geçtiniz. Ertesi gün, daha ertesi gün yine oradan geçiyorsunuz, o hala bacağından asılı olarak duruyor. Ama bir farkla; leş kokusunu salmış olarak. İnsanlar karışmamışlar ama şimdi yanından geçilemiyor. Hatta pis kokusu uzaklara sirayet ediyor. Sonra ise tahammül sınırını aşıyor ve insanlar onu indirerek toprağa gömüyorlar.

Belki ilk anda basit gibi gelen bu iki misâl, sonucuyla düşünüldüğü zaman, bizlere pek çok ibretler veriyor değil mi? İşte kötülüklerin başlangıcı ve sonucu da böyledir. Şayet önüne geçilmezse…

Komşumuzda, mahallemizde ya da cemiyetimizde bir insan, Allah’ın yasak kıldığı şeylerle meşgul oluyor. Biz de, “Bana dokunmasın da ne yaparsa yapsın” diyorsak, onun kötü ameli zamanla diğer insanlara ve evlâdımıza da sirayet edecektir. O zehir bizleri de bir gün mahvedecektir.

Kötülük yapan kimse, cezasını kendi çekecek dersek, koyun leşinin herkesi rahatsız ettiği gibi, o kişi de bizleri perişan edecektir.

Bütün bunlar cereyan ederken bizler de birbirimize; “eğ başını gör işini, kıl beşini al maaşını, karışma kimseye” diyecek olursak, acaba zuhur edecek nice kötülüklerin hesabını Rabbimize nasıl vereceğiz? Nesillerimizin ve insanlarımızın hatta kendimizin ebedî âleminin mahvolmasını ne ile izah edebileceğiz? Dört günlük dünya hayatını iyi geçirelim derken, o sonsuz ahiret hayatımız ne olacak? Akl-ı selim ile düşünecek olursak, gözyaşlarımızı tutmak mümkün değildir. İşte bunun için iyiliğin emredilmesi ve kötülüklerin önüne geçilmesi şarttır. Mü’minlere ait olan çok önemli vazifelerden birisi de budur. Mevlâmız bu hakîkati Kur’an-ı Kerim’de apaçık bir şekilde şöyle beyan buyurur:

“-(O kimseler ki;) Allah’a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emredip kötülükten nehyederler ve hayır işlerinde yarışırlar. İşte bunlar, salih kişilerdendir.”  (3 Al-i İmran 114)

Görülüyor ki; salih mü’minlerin en belirgin özelliklerinden birisi, insanlara iyiliği emretmeleri ve Allah’ın yasak kıldığı şeylerin önüne geçmeye gayret etmeleridir. İşte bu hal üzere yaşayan kullara Rabbimizin müjdeleri devamında şöyle haber verilir:

“-Onlar, yaptıkları hiçbir hayırlı işin sevabından asla mahrum edilmeyeceklerdir. Allah, takvâ sahiplerini hakkıyla bilendir.” (3 Al-i İmran 115)

Bizden evvelki pek çok ümmetler bu büyük ve önemli görevi ihmal ettiklerinden dolayı, Allah’ın yolundan sapmışlar ve helâk olmuşlardır. İyileri de kötüleriyle bir olup sükût ettikleri için, acı bir son onlara ulaşmıştır. İşte bunun delili bir ayet-i kerime:

“-Keşke âlimleri, fakihleri onları günah söylemelerinden ve haram yemelerinden vazgeçirmeye çalışsalardı ya. Herhalde yapmakta oldukları bu şeyler ne kötü!”  (5 Mâide 63)

Yüce Mevlâmız bu ümmeti överken, yine onların en belirgin ve Rabbimize en sevimli gelen özelliklerinin, iyiliği emretmek ve kötülükten men etmeleri olduğunu görüyoruz. İşte bu mânâyı belirten Ayet-i Celîle:

“-Siz, insanların (iyiliği) için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten nehyedersiniz.”  (3 Âl-i İmran 110)

O halde iman ve amel ehli olduktan sonra bize düşen en büyük vazife iyiliği yapmak, yaptırmak ve kötülüklere de mani olmaktır. Ümmet-i Muhammed olarak bu belirgin özelliğimizi muhafaza etmemiz gerekir. Şayet bu halden uzaklaşır da dünyaya rağbet ederek Allah’ın dininin yayılması, yükselmesi ve yaşanılmasını kendimize dert etmekten uzaklaşırsak, sonumuz hüsran olur. Bu konuda Kâinatın Serveri (s.a.v.) Efendimiz de bizi şiddetle uyarırlar:

“-Nefsimi kudret elinde tutan Zât’a kasem ederim ki, ya ma’rufu emreder ve münkerden yasaklarsınız ya da Allah’ın, katından umumî bir bela göndermesi yakındır. O zaman yalvarır yakarırsınız da duanız kabul edilmez.” (Tirmizi, fiten 9)

Görüldüğü üzere bizlerin iyi olması, ya da bir grubun iyi olması bir toplumu kurtaramıyor. Yukarıda geçen ayet-i kerimeden de anlaşılacağı üzere, ilim ve ibadet halinde olan insanların bulunduğu memleketler de helâk olunmuşlardır. Zira o iyiler cihadı terk etmişlerdi. İnsanlara Hakk’ı emretmiyor, batılı da yasaklamıyorlardı. Onlara sükût etmeleri, Rabbimizin gazabını celbetmiştir. Çünkü şu hakîkat hiçbir zaman inkâr edilemez:

İnsanların kötülük ve günahlarına göz yumulur, yeni nesillerin Allah’ın Kur’an’ına ve Rasûlünün yoluna uygun halde yetiştirilmesi ihmal edilecek olursa artık, o toplumda Allah’ın dini unutulacaktır. Bunun vebali ise aileler, âlimler, idareciler, âbidler ve topyekûn halka aiddir.

Halbuki şu hadis-i şerif bu konuda da netlik getirmiştir:

“-Sizden her kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse lisanıyla düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu kadarı, imanın en zayıf mertebesidir.”  (Müslim, iman 78)

Başta aileler çocuklarını İslâmî terbiye ile yetiştirmelidir. Onlar için hem el ile hem de dil ile düzeltme vardır.

Devlet idaresi elinde olanların hedefi öncelikle, kötülük yapmayacak nesiller yetiştirmek olacaktır. Sonra da kötülüğe gidecek yolları kapatacaklardır.

Âlimler de söz ve neşriyatla kötülüğü silmeye, talebeler yetiştirmeye, emr-i bi’l-mâ’rûf, nehy-i ani’l-münker yaparak iyilik tohumları ekmeye mecburdurlar. İnsanlar buna benzer metotlarla, diğer kişileri kötülükten iyiliğe yönlendirmelidirler. Hiç bir şeye gücü yetmeyen mü’min de en azından gönlünden buğzederek imanını izhar edecektir.

Bir ayet-i kerimede Mevlâ’mız bunun için bir cemaatin de bulunmasını emreder:

“-Sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki, (onlar insanları) hayra çağırsınlar, iyiliği emretsinler, kötülükten vazgeçirmeye çalışsınlar. İşte onlar muradına erenlerin ta kendileridir.” (3 Al-i İmrân 104)

Bunun zıddı münafıkların özelliğidir ki Rabbimiz muhafaza etsin:

“Münafık erkekler ve münafık kadınlar (sizden değil), birbirlerindendir. Onlar kötülüğü emreder, iyilikten alıkoyar ve cimrilik ederler. Onlar Allah’ı unuttular. Allah da onları unuttu! Çünkü münafıklar fâsıkların kendileridir.” (9 Tevbe 67)

İyilik konusunda yardımlaşmak;

“-İyilik etmek ve fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın. Günah işlemek ve haddi aşmak üzere yardımlaşmayın. Allah’tan korkun! Şüphe yok ki, Allah’ın cezası çok şiddetlidir.” (5 Mâide 2)

İyiliği emretmek hususunda gayretli olanlar, Cenab-ı Hakk’ın katında büyük bir de ecir alacaklardır. Zira Allah için yapılan hiçbir şey bir zerre bile olsa, boşa gitmeyecektir. Belki bir zerreye binlerce hasenât ve mükâfat verilecektir. İşte Mevlâ’mızın müjdeleri:

“-Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler (insanlara) iyiliği emredenler ve (onları) kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlar (yok mu,) işte onlar da cennet ehlidirler. Habibim sen o mü’minlere  (cenneti) müjdele!”  (9 Tevbe 112)

Bu manâda Allah’ın Rasûlü (sav) Efendimiz de şöyle buyururlar:

“Bir hayra (iyiliğe) yol gösteren, onu işlemiş gibi sevap alır.”  (Müslim, imare 133; Ebû Davûd, edeb 114)

O halde dönüp kendimize, etrafımıza bir daha bakmamız gerekir.

Ne durumdayız ve nereye gidiyoruz?

Rabbimiz âkıbetimizi hayreylesin! Bu konuda gayret lütfeylesin!