Tarih; yaratılışın nasıl başladığının, ne idiğinin ve ne olduğunun bilgisidir. Bilgi olmadan insan sıfırdır. İnsanın büyüklüğü, kesintiye uğramaksızın peş peşe gelen ve biriken bilgisinin büyüklüğü oranındadır.

Aynı şekilde, nasıl ki beden sağlığı sağlığın başı ise tarih bilgisi de insanın psikolojik sağlığını korumanın yoludur. Nitekim sağlıklı insan, bedeni yanında psikolojisi de sağlam olandır.

Vahyin kesilmesi ve nübüvvet kurumuna mühür vurulması önemli bir olaydır. Zira nebevi vahiy bizi kesintisiz bir bilgi kaynağına ulaştırmıştır. Nitekim vahiy bize yeryüzünü dolaşmamızı ve yaratılışın nasıl başladığını incelememizi emretmiştir. Çünkü yaratılışın nasıl başladığı bilgisi bize gelecekte yaratılışın nasıl olacağına dair önemli bilgiler vermektedir.

Kur’an-ı Kerim’deki “Deki: Dolaşın yeryüzünü ve görün yaratılışın nasıl başladığını!” âyeti “Daha sonra Allah öteki hayatı da işte böyle var edecektir: çünkü Allah her şeye güç yetirendir.” (Ankebût 29:20) âyetiyle bir arada ve bağlantılı olarak gelmiştir. Bu âyetler bize Rabbimizin şu sözünü de hatırlatmaktadır:

“Doğrusu ilk yaratılış (mucizesini) bilmiş olmanız lazım; o hâlde neden (ikinci yaratılış hakkında) ibret almıyorsunuz?” (Vâkıa 56:62).

Demek ki sonraki yaratılış bilgisinin kapısını açan ilk yaratılış bilgisi imiş. Aydınlık tarih yolunu bana açan Malik bin Nebi’dir. Çünkü onun yönlendirmesiyle Toynbee ve Wells’in[1] kitaplarını okudum. Wells insanlık tarihini ana hatlarıyla anlatırken insani bilginin ‘tarih’ olarak eski zamanlara kadar uzandığını anlatır. Aynı şekilde bu bilginin mekân, coğrafya, gökbilimi vb. boyutlarına değinir. Esasen o yeryüzünün ve göklerin yaratılışı hakkında tefekkür etmiştir:

“Onlar ki; ayaktayken, otururken ve uyumak için uzandıklarında Allah’ı anar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerine tefekkür ederler: ‘Rabbimiz! Bütün bunları anlamsız ve amaçsız yaratmadın! Yücelikte eşsizsin! Bizi ateşin azabından koru!’” (Âl-i İmran 3:191).

Wells ile Toynbee’nin onlarca ciltlik kitaplarını okudum. Çünkü Malik bin Nebi’nin Toynbee’nin medeniyetlerin doğuşuna ilişkin düşüncesini aktaran bir cümlesi beni çok etkilemişti. Malik “Şurûtu’n-Nahda; Kalkınmanın Şartları”[2] isimli eserinde toplumların ortaya çıkışına ilişkin düşüncelerini ve medeniyetleri doğuran etkenleri anlatırken Toynbee’nin “meydan okuma” teorisini de açıklamıştı. İşte, benim Arap Ligi’nin yayımlamış olduğu uzun tarih araştırmalarının özetlerini düşünerek okumama sebebiyet veren bu açıklamalar olmuştu. Keşke Arap Ligi kısır siyasi tartışmaları bir kenara koysa da tarih bilgisini yaymaya yönelse çok daha anlamlı bir iş yapmış olurdu.

Şahsen tarih konusunda çok söz söylendiğini düşünüyorum. Ancak, “hakkı batıldan net bir şekilde ayıran”, “asla anlamsız bir lakırdı olmayan” (Târık 86:13-14) vahyin sözünü ıskaladığımız kanaatindeyim. Toynbee’nin eserini okuduğumda beşeriyet tarihinde savaşların yol açtığı trajedileri çok iyi anladım. Onun kitabında çok etkilendiğim bir diyaloğu sizlerle de paylaşmak isterim. Bir savaşta muzaffer olan kral, zaferini tebrik etmek için ziyaretine gelen bir misafirine şöyle demişti:

“Bu sözüm aramızda kalsın. Ama böyle bir zafer ebediyyen aleyhimde hüküm verilmesi için yeterlidir!” Ne yazık ki insanlık her çağda ve her bölgede yanlışlar yapmaya devam ediyor. Oysa insanlığın henüz varamadığı daha ileri hedefleri vardır.

Toynbee, Amerika önderliğindeki Batı ile Sovyet Rejimi arasında sürüp giden soğuk savaş esnasında Sovyet hava sahasında yanarak düşen bir Amerikan uçağı hakkında farklı bir yorum yapmıştı. Karşılıklı meydan okumaları, düşürme suçlamaları ve inkâr açıklamaları hakkında Toynbee şöyle demişti:

“Şayet Amerika Sovyet hava sahasını Bertrand Russel’ın ‘İnsanın Geleceği Var mı?’[3] isimli kitabıyla dolu bir uçakla ihlal etseydi sevinebilirdim.” Zira Russel savaş karşıtı idi.

Son günlerde haberlerde okuduğum kadarıyla Arap ülkelerinin Amerika ile astronomik meblağlar karşılığında silah satın alma sözleşmeleri imzalamış! Ben bu konuda aynen Toynbee ve Russel gibi düşünüyorum. Bu Arap ülkeleri aynı anda yüksek miktardaki eski ve yeni silahları satın almak yerine bu silahlar için ödeyeceği büyük paralarla çeşitli İslam ülkelerinde yüzlerce eğitim kurumu, üniversite ve araştırma merkezi açsaydı, bilimsel üstünlük sağlama ve kurtuluşa erme hususunda büyük sıçramalar gerçekleştirebilirdi.

Tarihten söz etmek bitmeyen bir hikâye gibidir. Ancak, semavi kitaplara mühür vurmuş olan Kitabullah’ı merci kabul edersek tarihin sonunu ve sonuçlarını da rahatlıkla görebiliriz. Zira tarihin ortaya koyacağı en önemli sonuç bu ‘Kitab’ın hak/doğru/gerçek olduğudur:

“Senurîhim âyâtinâ fi’l-âfâqi we fî enfusihim hattâ yetebeyyene lehum ennehu’l-haqqu…: Vakti geldikçe insana, kâinatın uçsuz bucaksız ufuklarında ve bizzat kendi iç dünyasında âyetlerimizi/mesajlarımızı göstereceğiz. Tâ ki bu vahyin tartışmasız bir gerçek olduğu herkes için ayan beyan ortaya çıksın. Her şeye şahit olan senin Rabbin (insan için) yetmedi mi?” (Fussilet 41:53).                                                                                                 

Çeviri: Fethi Güngör

[1] George Herbert Wells; A Short History of the World (Dünyanın Kısa Tarihi), 1922.

[2] Mâlik bin Nebî; Şurûtu’n-Nahda, Arapça’ya çev. Umar Kâmil Sekavî ve Abdussabûr Şâhin, Nedvetu Mâlik Bin Nebî we Dâru’l-Fikr, 1979.

[3] Bertrand Russell; İnsanlığın Geleceği, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 2008, 176 s.