2012 yılıydı, Gaziantep Üniversitesi’ndeki ikinci senemdi. İlk yıl, defalarca denememe rağmen Gaziantep’in en çok satan gazetesindeki köşe yazarı olma hayalim gerçekleşmemişti. İkinci sene daha memleketteyken karar vermiştim; ilk yıl yapılan “Yerel Medya ve İletişimciler Konferansı’nda” bir gazete sahibinin daveti üzerine kürsüye çıkan, ne saçında ne de sakallarında bir tane siyah kıl kalmayan usta bir gazeteci hocamın internet sitesine başvuruda bulunacaktım.

Gaziantep’e gider gitmez -burada adını vermeyeceğim ama- internet sitesini ve hocamın numarasını buldum. Siteye baktım aşırı sosyalist ideolojiyle donatılmıştı ama benim için çok önemli değildi. Çünkü ben yerel basında görev aldığımda prensip olarak elimden geldikçe o ilin ya da ilçenin sınırlarını aşmam. E oldum olası da zaten yerel yönetimlerle bir türlü geçinmemişimdir; sitenin bu haber politikası işime bile gelir diye düşündüm ve hocama telefon numarasından ulaştım. İkinci telefondan sonra da günlük 500 bine yakın okuru alan bu sitede yazılarım yayınlanmaya başladı.

Bir yıla yakın böyle gitti, ben bu arada sitenin haberlerini de ara sıra takip ettiğim için sitenin aşırı marjinal konumunu daha iyi anlıyordum. Sitenin sahibinin İşçi Partisi kurucularından olduğunu öğrenince çokta garipsemiyordum açıkçası. Haftada en az 20 haberde şu cümlelerden birisi olurdu: “Bu haberi yandaş medya yapamaz; paralı gazetecilerin yazamayacağı haber; gazeteci omurgalıdır, bu yüzden parayla haber yapmamalıdır.”

Ben köşe yazısı yazdığım sitenin bu tavrından çok memnundum. Fakat yerel seçim yaklaştıkça durumlar değişmeye başlamıştı. Burhan Cahit Bingöl, CHP’nin büyükşehir aday adayıydı, fabrika sahibiydi. Parayı avuç avuç dağıtıyordu. Ben son yazımda ondan bahsetmiş ve aşırı medyatik olan Burhan Cahit Bingöl’ü bazı konularda eleştirmiştim. Yazı sitede yayınlanmadı, herhalde görmedi dedim bir daha attım e-postayla ama yine yayınlanmadı. Aradım “Hocam yazı gönderdim ama görmediniz sanırım” dedim. “Yok, Emin” dedi sitesinde sürekli yandaş medya diye eleştiri yazmayanlara ateş püsküren çınar, “Gördüm fakat Burhan’la bir reklam anlaşması yapacağız bu yüzden yazını yayınlayamam.”

Bu cümleyle birlikte sitede sürekli olarak kullandığı “Gazeteciysen boyun eğmeyeceksin, boyun eğiyorsan gazeteciyim demeyeceksin” sloganının anlamı yitip gitti gözümde. Daha sonra da zaten e-postayla kendisine verdiği köşe için teşekkür edip, oradan ayrılıp bir gazetede yazmaya başladım. O gün bugündür de karşı mahallenin sakinleri basın özgürlüğü, yandaş medya, düşünce hürriyeti dediğinde bu anım aklıma gelir. Emin Çölaşan, cuma günü köşesinde, bir işçinin müftülere verilen nikâh kıyma yetkisi hakkında yazdığı yazıdan sonra, “Sen hanımını herkese teşhir et” mailinden dolayı bir vatandaşımızı işten kovdurttuğunu övünerek yazdığını okuyunca tekrar o günleri hatırladım.

***

Kendisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yaptığı benzetmede basın özgürlüğünü kullanır. “İ. Melih” diye yazıp, Melih Gökçek’e argo tabirler kullanma gayretini düşünce özgürlüğü olarak görür ama bir vatandaş kendisini eleştirince ya mahkemeye verir ya da işten kovdurtur.

Yani, basın özgürlüğü de düşünce hürriyeti de işlerine geldiği gibi. Aynı şey AK Parti’ye yakın bir gazetecinin başına gelmiş olsaydı günlerce manşet yaparlardı “masum işçi AK Partili yazarı eleştirdi işinden oldu, ekmeğiyle oynadılar” diye ama kendi mahallelerinde olunca tık yok. Bir şirketimizin, işinden olan bu kardeşimize iş vereceğini umut ederek yazımı sonlandırıyorum, saygılarımla…