Çoğu bilmez aslında ama bugün kaybettiğine şahit olmadığımız adamında hayatta bir sürü yenilgileri oldu. 1986 ara seçimlerinde ve 1991 seçimlerinde Refah’tan iki sefer milletvekili adayı oldu kazanamadı. 1989’da Beyoğlu’na talip oldu, yine kaybetti ama rüştünü ispat etmişti. Beyoğlu gibi, Refah ideolojisinin tam tersindeki bir semtten sürpriz bir oy alarak, partisinin oyunu kat ve kat artırmıştı.
27 Mart 1994, yenilgi yenilgi büyüyen zaferin günüydü. Partisi bile, Erdoğan’ın vitrini doldurmayacağını düşünerek onu aday göstermekte çekimser davranırken, gençler onun arkasına çoktan saf tutmuştu. Sonunda aday gösterildi ve dönemin en popüler isimleri olan İlhan Kesici, Zülfü Livaneli ve Bedrettin Dalan’ın önüne geçerek seçimi kazandı.
İstanbul’un çöp sorununu, hava kirliliğini, su sorununu, trafik problemlerini çözdü, dalga dalga büyüyen bir Erdoğan sevgisi vardı. Aynalı camın ardında bekleyen zatlar rahatsız oldu, 12 Aralık 1997 tarihinde okuduğu bir şiir gerekçesiyle seçimle oturduğu koltuktan, mahkeme kararıyla kaldırıldı, hapse atıldı, siyasi hayatı yasaklandı, muhtar bile olamaz dendi ama bıkmadı. Hapiste, yeni siyasi oluşumunun temellerini attı, binlerce kişiden gelen binlerce mektuba tek tek cevap yazdı. Çıktı, kendi kurduğu partisinin adayı bile olamadı ama yılmadı 363 milletvekiliyle 8 aylık bir partiyle iktidar koltuğuna oturdu.
Bu seçimin üzerine 3 kez daha tek başına ipi göğüsledi. Diğerleri gibi yapmadı, nasıl olsa mecliste çoğunluk bende beni vekiller seçsin demedi, halkına güvendi ve cumhurun başını, cumhur seçer diyerek halkın oyuyla seçilen ilk Cumhurbaşkanı oldu. Elbette böyle yazarken kolaymış gibi gözüküyor belki biraz ama çok zorlu mücadeleler verdi. Gezi olayı gibi, dış mihrakların tezgâhlarından dimdik çıktı. 17 – 25 Aralık kumpasından, 15 Temmuz darbe girişiminden alnının akıyla kurtuldu, milletini kurtardı. Türkiye için yaptıklarını yazmaya kalksam, gazetemin köşesi değil tüm sayfaları yetmez.
*
Diğeriyse emekli olunca siyaset işlerine kafa yormaya başladı. Bir senaryonun, baş aktörüydü. Cemaatin içerdeki böcekleri ve casusları yoluyla elde edilen bilgiler, henüz kaset yokken, Deniz Baykal’ın genel başkanlık koltuğu sağlamken AK Parti içerisindeki bazı çürük elmalar, bunun üzerinden ortaya çıkarıldı. 2009’da İstanbul’a aday gösterildi, İstanbul’dan başlayan yükselişin İstanbul’dan bitirmeyi planladılar bu kendine bile oy veremediği seçimi kaybetti.
14 Olağanüstü kurultayla, kaset kumpasıyla CHP’nin yeni umudu oldu. Ve o günden beri kaybetmediği tek seçimde, parti içerisinde yaptığı ya da yaptırıldığı kurnaz düzeltmelerle bu kurultaylar oldu. Gündeme geldiği konularsa hepimizin malumu. Cumhurbaşkanlığı külliyesinin altın klozeti, Erdoğan’ın üniversite mezunu olmadığı yalanı, Kayseri Büyükşehir Belediyesi’nde yolsuzluk iddiaları, Cumhurbaşkanının İsviçre’de 8 ayrı hesabının olduğu iddiası ve son olarak Man Adasına para aktarıldığı iftirası.
Şu an bunların hepsinin yalan ve iftira olduğu kanıtlanmış olmasına rağmen, sosyal medya da siyasi propaganda malzemesi olarak kullanılıyor. Niye? İşsiz kalan erkeğin karısını dövmesi normal diyen birisi, her seçim kaybettikçe bir yerinden iftiralar üretip, fütursuzca kürsüde konuştuğu için.
*
Önünüzde karşılaştırılması imkânsız iki hayat var, biri gençlik yıllarından beri iftiharlarla dolu bir yaşan süren kişi ve bu ülkenin Cumhurbaşkanı; diğeri de Amerikan mandasına “hayır” dediğini övünerek anlatan bir partinin, tam da Amerika’nın Türkiye’yi avuç içine almak için atağa geçtiği hafta “Man a(da)’sı” iddiasını ortaya atan kendi partisi ve seçmeni tarafından bile galeye alınmayan bir genel başkan.
Soru şu: Siz hangisine güvenirsiniz? Kimin tarafındasınız?