Konformizmin sınırlarının zorlandığı zamanlardayız. Atalarımız “Armut piş, ağzıma düş” sözünü tam da bugünler için söylemiş olsa gerek. Çünkü kimse zora gelemiyor. Günümüz insanları hiçbir şeyi düşünmek veya dert edinmek istemiyor. Tefekkür tamamen rafa kalktı. Taklit ve moda ile gelinebilecek son noktaya kadar ulaştık. Bu arada bolca tükettik ve tüketiyoruz. Bunu yaparken de hem kendimizi hem de dünyamızı harcıyoruz. Herkesin acelesi var, kimsenin zamanı yok. Tüm ilerleme iddialarına karşın ortada elle tutulur bir medenileşme emaresi de görünmüyor. Tam aksine bireyleşme çılgınlığı tüm milletleri haz ve hız denklemine hapsetmiş durumda.
Bundan yaklaşık yüz yıl önce çekilen Charlie Chaplin’in “Modern Zamanlar” isimli filmini hatırladım. Konformizmin ve dünyevileşmenin eğlenceli bir dille eleştirildiği bu filmin ileride gerçek olacağını kim düşünebilirdi. Teknoloji ilerledikçe, imkânlar arttıkça insanlığımızdan uzaklaştığımız fasit bir daire içerisine girdik. Sözde batı medeniyetinin dünyaya hediye ettiği bu yaşam biçimi freni patlamış kamyon misali tüm insanlığı uçuruma sürüklüyor. Bencilliğin, faydacılığın, çıkarcılığın, hazcılığın had safhaya ulaştığı bu çağ bizlere batı kapitalizminin hediyesi. Bu öylesine bir illet ki alternatiflerinin yaşamasına da müsaade etmek istemiyor. Yaşanan bu çılgınlığı durdurabilecek tek alternatif ise İslam dininde bulunuyor. Batı bunu bildiği içindir ki tüm gücüyle Müslüman toplumlara saldırıyor ve onları içten içe dünyevileştirmeye çalışıyor.
Rene Guenon, Frithjof Schuon, Ananda Coomaraswamy, Martin Lings, Ian Dallas, Roger Garaudy gibi sonradan Müslüman olan batılı aydınlar geçtiğimiz yüzyılın başından itibaren batı kaynaklı dünyevileşme konusunda sert eleştiriler getirdi. Özellikle Rene Guenon’un bu konuda kaleme aldığı eserler bugün de en fazla alıntılanan kaynaklar arasında yer alıyor. Batı toplumlarının içinden çıkmış olmaları bu isimlerin eleştirilerini daha önemli kılıyor. İslam dünyasından isimlerin de 1960 sonrasında bu tehlikeye dikkat çeken eserler kaleme aldığını hatırlatalım. Seyyid Hüseyin Nasr, Osman Bakar, Seyyid Kutup, Ziyaüddin Serdar, Necip Fazıl, Cemil Meriç, Sezai Karakoç, İsmet Özel, Yusuf Kaplan gibi isimlerin bu konudaki çalışmaları İslam coğrafyasında duyarlılık oluşturdu. Fakat devasa kapitalizmin haz çağrısı karşısında bu çalışmaların yeterli olduğunu söyleyemiyoruz.
Çoğumuzun babası ve daha eski kuşaklar elektriksiz dönemleri yaşadılar. Bizim neslimiz ise elektrik, alt yapı ve iletişim bakımından geniş imkânlar içinde büyüdü. Şimdilerde yaşadığımız bolluk ve edindiğimiz imkânlar çoğumuzu derin bir dünyevileşmenin içine hapsetti. Doğal olarak yokluk nedir, açlık nedir bilmeyen nesillerin dünyaya bakışı da değişti. Ahlak kavramı kişiden kişiye değişen bir özgürlük masalı haline dönüştü. Ahiret dediğimiz ölümden sonraki hayatın zihinlerden ve ruhlardan sistemli şekilde uzaklaştırılması ise insanlığa son büyük darbeyi vurdu. On dakikalık elektrik kesintisinde veya telefonunun şarjı bittiğinde gençlerin hayatı kararıyor. Ne yapacaklarını bilemez halde başlarını kaldırıp ilk defa gökyüzünü fark ediyorlar. Daha da acısı tüm bu sözde imkânlara, bolluğa ve teknolojiye rağmen gençlerin büyük çoğunluğu mutlu değil. Ebeveynler çocuklarının bir dediklerini ikiletmeyerek onlara iyilik yaptıklarını düşünüyorlar. Oysa ateşe benzin taşıdıklarının farkında değiller.
İçine sıkıştığımız bu fasit daireyi aşmanın yolu ahiret inancına dönmekten, şükretmekten, paylaşmaktan, okumaktan, tefekkür etmekten kısacası İslam’ın emrettiklerini yaşamaktan geçiyor. Bunun için devletin belirlediği okul müfredatlarının ve yaygın eğitime imkân sağlayan iletişim araçlarının etkili şekilde kullanılması gerekiyor. Hem de bir an önce!