Bir bakıyoruz insanlar lüks içinde yaşıyor, bir bakıyoruz insanlar yiyecek ekmeğe ve aşa muhtaç.
Bir tarafta bir çalışanın bir ayda kazandığı ile bir öğünde yemek yiyen insan diğer tarafta bir ayda çok çok düşük rakamlara çalışmak zorunda kalan diğer insan.
Evrenin bir yerinde karnını doyurabilmek açlığını giderebilmek adına çalışan insan yine aynı evrenin aynı yerinde zevk ve sefa adına çılgınca harcamalar yapan bir başka insan.
Her yerde her ortamdaki insan, fiziksel ve kimyasal anlamda birbirlerine çok benzeyen Allah’ın yarattığı insan.
İnsan gelirine göre harcama yapan yaşam standardına uygun olarak hayat tarzını benimseyen yaratılmışların en şereflisi.
Ama aynı insan yine bir başka insan üzerinden servetine servet katarak dünya üzerindeki gelir adaletsizliğine de sebep olan nas.
Dünya da ki servet paylaşımıyla ilgili olarak son günlerde açıklanan bir raporun bilgileri oldukça dikkat çekici durmaktadır.
Rapor İngiltere merkezli sivil toplum kuruluşu olan Oxfam tarafından yayınlandı ve başlığı da oldukça önemliydi.
Raporun başlığı Kamu Yararı ve Şahsi Servet idi ve başlığa uygun olarak ta kişilerin servetinin kamuya ne kadar yararı olup olmadığının araştırılması amaçlanmalıydı.
Bu rapora göre 2018 yılında dünya üzerinde bulunan en zengin 26 kişinin toplam serveti en yoksul 3 milyar 800 milyon insanın toplam varlığına eşittir.
Basit bir matematiksel hesaplama ile bu zengin kişilerden 1 tanesinin serveti yoksul 146 milyon 153 bin 846 kişinin toplam varlığına eşit durumdadır. Yani yaklaşık olarak 1 zengin Türkiye nüfusunun 2 katı kadar bir insanın toplam servetine yakın bir servete sahip olmaktadır ki bu durumda çok iç acıtıcı durmaktadır.
Sonuçların bu şekilde çıkmasında uluslararası büyük şirketlerin ödediği vergileri belirli periyotlarda düşüren hükümetlerin olmasının yanında halkların büyük çoğunluğunun faydalandığı kamu hizmetlerinde ise kesintiye gidilmesinin büyük bir öneme haiz olduğu gerçekleri ön plana çıkmaktadır.
Maalesef durumun böyle seyretmesinin sebebi de ülkeleri yöneten hükümetlerden başkası değildir.
Ödediği verginin azalması sebebiyle şirket patronunun şahsi serveti daha da artmaktadır.
Diğer taraftan kesintiler sebebiyle de yoksulun cebinden çıkan tutarların daha da büyümesi durumundan ötürü yoksul daha da yoksullaşmaktadır. Dünya da ki yoksul sayısı her geçen gün daha da artmaktadır.
Genel anlamda konuya yaklaşıldığında ise tablonun bu şekilde vahim olmasında dünya ekonomik sisteminin kapitalist bir yapıda olması ve bu yapının sadece materyalist bir yaklaşımla ekonomik konjonktür oluşturmasından başka bir sebebin olmadığı anlaşılmaktadır.
Diğer bir ifadeyle sadece “ben” yaklaşımlı ekonomik bir düzen…
“Ben” in olduğu yerde “biz” olmaz…
“Biz” in olmadığı yerde de adalet olmaz, adil paylaşım, adil bölüşüm ve dolayısıyla da adil bir ekonomik yapı olmaz daha doğrusu olamaz…
Tüm bunların önüne geçebilmek için öncelikle kar ederek kazanan zenginin servetini yoksullarla paylaşması, yoksullara ayni ve nakdi yardımda bulunması, karşılıksız iyilik faaliyetine girişmesi, yoksullar için yoksula balık yemeyi değil balık tutmayı öğretecek yatırımlar yapması, servetlerini kamu yararının üst seviyede gerçekleştiği işlere yönlendirme ve vergi ödemede oldukça bonkör davranılmalıdır.
Hükümetler yapıcı ve paylaşımı artıran ekonomik politikaların önünü açmalıdırlar.
“Ben” değil “biz” yaklaşımının önü açılarak açlıktan dolayı insan ölümleri sonlandırılmalıdır.