Doğu Akdeniz uyuşmazlığı her ne kadar doğalgaz ve petrol aramaları üzerinden gündemi meşgul etse de seyrüsefer güvenliği, göç kontrolleri, balıkçılık, denizaltı kabloları, boru hatları, arama kurtarma faaliyetleri gibi birçok siyasi, askeri ve ekonomik işlemleri de kapsayan çok geniş tabanlı bir konudur. Özellikle Türk balıkçılık sektörünü yakından ilgilendirmektedir.
Dünya ölçeğindeki tartışmalar takip edildiğinde, 200 millik bir münhasır ekonomik bölge kavramının ortaya çıkmasını sağlayan en önemli nedenlerden birinin, balıkçılık bölgelerine ilişkin meydana gelen uyuşmazlıklar olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır. Uluslararası hukuk uzmanları, balıkçılık bölgesinin, karasuları esas çizgisinden itibaren 12 mil sınırına kadar genişletilmesinin genel olarak kabul edilebileceği görüşünü ileri sürseler de 12 milin ötesindeki iddiaları yasaklayan bir hukuk kuralının olmadığı bilinen bir gerçektir.
Benzer şekilde kıta sahanlıklarının öneminin; zengin petrol ve doğalgaz rezervleri ile geniş balıkçılık alanlarına ev sahipliği yapmalarından ileri geldiği unutulmamalıdır. O nedenle mevzu sadece petrol ve doğalgaz değildir. Ege ve Doğu Akdeniz’de uluslararası sularda balıkçılık yapan Türk balıkçıların haklarını korumak ve onları da güvence altına almak gayet önemli bir meseledir. Nitekim denizlerden elde edilen ekonomik fayda sıralamasında, balıkçılık ikinci sırada yer almaktadır.
Yunanistan’ın, Ege Denizi’nde karasularının 12 mil iddiasına dayanarak, Türk balıkçı teknelerini 12 milin dışına çıkmaya zorlaması, gelecekte Ege ve Doğu Akdeniz’de Türk balıkçılık filosunun nasıl bir güçlükle karşılaşacağını şimdiden işaret etmektedir.
Dolayısıyla Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’nde geniş kontrol yetkisine sahip olmaya çalışan Yunanistan’ın, münhasır ekonomik bölge olarak ilan ettiği deniz alanlarında, Türklerin balıkçılık haklarının olmayacağı iddialarını gündeme taşıması ve bu bağlamda Türk balıkçılara yönelik Yunan Sahil Güvenlik Komutanlığı ekiplerinin tacizde bulunma olasılığı çok yüksektir.
Sözün kısası, Yunanistan’ın başka bir niyeti de Türkiye’nin balıkçılık kaynaklarına erişimini kısıtlamak ve bu hususta Türkiye’yi kendine bağımlı hale getirmektir. Yunanistan’ın karasuları ve kıta sahanlığı sınırlarını Akdeniz’in doğusuna doğru genişletmesi durumunda Türk balıkçılık faaliyetlerinin, daha kısıtlı bir alanda icra edileceğini de iyi hesap etmek icap ediyor.
Bu yüzden Türkiye’nin, Doğu Akdeniz ve Ege’de geleneksel balıkçılık haklarını devam ettirebilmesi için “adalar, anakaralar gibi deniz haklarına sahiptir” tezine dayanan Yunan iddialarını kabul etmemesi önemlidir. Zira bunun tersi halinde Türkiye, denizlerdeki ekonomik menfaatlerinin büyük bir kısmını yitirebilir.
Türkiye’nin ileride, Türk balıkçı gemilerinin, geçmişten bugüne balıkçılık faaliyeti yürüttükleri deniz sahalarında “yabancı gemi” muamelesi görmemesi ve balıkçılık faaliyetlerinin yol açtığı birtakım uyuşmazlıklar nedeniyle uluslararası hukuki ve siyasi platformlarda Yunanistan ile karşı karşıya gelmemesi için şimdiden bu argümanlarla kendi tezlerini güçlendirmesi elzemdir.
Hâlihazırda Yunanistan’ın, hâkimiyetindeki adalardan hareketle ilan ettiği deniz yetki alanlarıyla, Doğu Akdeniz ve Ege’de açık deniz alanlarını daraltma ve bu sayede Türk balıkçılarının açık denizden istifade etmesinin önüne geçme çabaları kabul edilemez bir durumdur. Nitekim bu görüşe göre Yunan balıkçı gemileri Ege ve Doğu Akdeniz’de geniş bir alanda avlanma imkânına sahip olurken Türk balıkçı gemileri ancak Anadolu’nun körfezlerinde avlanma yapabileceklerdir.
Aslında tüm sorunların ana kaynağı, Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’nde yer alan Yunan adaları ile Anadolu anakarası arasındaki mesafelerin çok az olmasıdır. Bu sorunun hakkaniyet çizgisinde çözümü için deniz sınırlarının belirlenmesinde orta (ortay) hat yönteminin tercih edilmesi zaruridir. Şayet bu yapılırsa Ege Denizi’nin hakça paylaşımı ortaya çıkar. Haliyle bu vaziyet Doğu Akdeniz’deki uyuşmazlığı da ortadan kaldıracaktır.