Sivil Toplum Kuruluşları (STK), dünyanın içinde yaşadığımız bu çağında, toplumun nefes alabileceği menfezler olarak önemli yer tutarlar. Onlar, halkın taleplerinin idarecilere iletilebileceği meşru yollardan birisi olarak kabul edilirler. Dernek, vakıf, sendika, sivil platformlar ve onlara destek olarak Medya, şeffaf ve demokratik ülkelerde meşru örgütlenme ve hak arama araçları arasında kabul edilirler.

STK’lar NGO kısaltmasıyla “hükümet dışı kuruluşlar” olarak adlandırılır ve kuruluşları teşvik edilir, kolaylaştırılır. Çünkü toplum ve devlet ilişkilerinde bir tür sigorta olarak görülürler. Konuları bakımından siyasi, sosyal, hukukî, kültürel,  çevre, imar, sağlık, eğitim gibi toplumun genelini ilgilendiren konularda faaliyet gösterirler. Kar amacı gütmedikleri gibi sadece kuruluş amaçlarına uygun ikna ve lobi faaliyetleri yürütürler. STK’lar özellikle idari süreçlere halkın katılmasında ve siyasetin doğru kararlar alabilmesinde olumlu yönlendirme ve katkı sağlayarak önemli bir görev icra edebilirler.

Duverger, “baskı grupları” veya “çıkar grupları” adıyla siyaset dünyasına yeni bir kavram katmıştı. Bununla kamu kuruluşlarının veya bürokrasinin bazı kesimlerinin siyasi karar mercileri üzerinde meşru bir baskı oluşturarak yönlendirme yapabileceğini ifade ediyordu. Bürokrasi içinde çekişen grupların kamu yönetimi üzerinde kendi lehlerine baskı oluşturması, kavramın çıktığı günlerde makulken bugün kabul edilebilir olmaktan çıkmıştır.

Sınır ötesi yabancı menşeli bazı STK’ların amaç ve hadlerini aşan çalışmaları bir yana bırakılırsa özellikle yerli STK’ların sosyal barış için değerli olduğunu vurgulamak gerekir. Toplum barışı için çalıştıkları ve yıkıcı olmadıkları sürece bu yapılar, yöneticilerin halkın nabzını tutmasını sağlayan araçlar olarak adil ve açık bir idarenin kurulmasında yarayışlı enstrümanlar olabilirler.

Kuşkusuz burada kastedilen, kişilerin veya bir grubun özel çıkarları korunurken “kamu hizmeti” veya aynı zamanda bir idari kararın alınmasında kamu menfaatinin dikkate alınmasının iki amacı aynı anda karşılayacak bir yol olmasıdır.

Ülkemizde “baskı grupları” denildiğinde, sendikalar ya da meslek kuruluşlarının, mensuplarının çıkarlarını idari karar alma süreçlerinde veya yargılama sırasında koruması akla gelir. STK’ların, mesela dernek ve vakıfların da kendi çıkarlarını veya mensuplarının çıkarlarını korumaya çalışmalarına uygulamada sıkça rastlanılabilir. Diğer yandan kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları sadece meslek mensubu üyelerini korumayı değil, çevre ve estetik ve sağlık gibi hassas konularda “kamu yararı” kavramına dikkat çekecek bir baskı oluşturabilirler.

Bireyin veya toplumun çıkarları korunurken, anayasanın çizdiği sınırlar içerisinde kalmak ve meşru araçlar kullanmak gerekir. Bu yollar, hukuka uygun örgütlenme, kolektif hakların kullanılması, dernekleşme, protesto ve gösteri haklarını kullanma, her türlü basın-yayın araçlarını kullanma gibi anayasal açıdan meşru diğer araçların kullanılmasıyla işlerlik kazanır. Bu araçların her birinin kullanımının da doğal ve meşru sınırları vardır. Mesela, bu hakların ülke ve toplum çıkarları aleyhine kullanılmaması veya hukuk sistemini kişi veya çıkar gruplarının elinde keyfi bir araca dönüştürülmemesi bunlardan bir kaçıdır.

Diğer bir sınır da “baskı grupları”nın ‘siyaset’i yok etmeye kalkışması veya onun üzerinde nüfus kurup aşırı derecede yönlendirme haklarının olmadığıdır. Baskı gruplarının bir türü olarak toplum/cemiyet/cemaat hareketleri hem bir baskı grubu gibi kalmak, hem de partiler kadar veya onlardan daha fazla söz hakkına sahip olmak gibi bir imkâna sahip olamazlar. Bazen bir yapı, iktidar veya muhalefetin anayasa ile konulan veya bütün dünyaca beklenen/bilinen sınırlarının ötesinde açık-gizli taleplerle gün yüzüne çıkabilir. O zaman bunun olağan ve legal yolunu seçerek toplum önünde hesap verecek, denetlenebilecek ve şeffaf bir yapı içinde partileşmelidir. Bir siyasi partinin yapabilecekleri yapılmak isteniyorsa bunun tek yolu partileşmektir. “Baskı grubu” kategorisinden siyasi parti seviyesine çıkmanın diğer maliyetlerini de göğüslemek zorundadırlar.

Yani bir yandan bir ‘baskı grubu’nun sahip olduğu esneklikten yararlanmak, diğer yandan siyasi partilerden fazla güce talip olmak; iktidarın gizli şeriki olmak, dünyanın hiçbir yerinde çağdaş demokrasilerin benimsediği bir yol değildir. Bunu deneyen bütün yapı ve örgütlenmeler bir anda yasadışı olarak nitelendirilerek sistem dışına itilir veya cezalandırılır.

Bu cümlelerimizi teyit edecek örnekler iki ekstrem model olarak Rusya`dan da ABD`den de fazlasıyla bulunabilir. Batı Avrupa demokrasilerinde de durum tamamen aynıdır. Bunu kaldırabilecek bir anayasal sistem en liberal ülkelerde bile yoktur ve meşru kabul edilmez.

Bu halde, olağan dönemlerde STK’lar ve diğer “baskı grupları”, halkın meşru taleplerini siyaset ve idareye taşıyacak dost mekanizmalar olarak görülmelidir. “Baskı grubu” olmanın ötesine taşarak kendisini farklı konumlandıran; siyaset ve idareyi esir alan mekanizmaların zamanla sistem dışına itilmesi ve saf dışı bırakılması da olağandır. Çünkü siyaset, anayasal sınırlar içinde kalınarak siyasi araçlarla ve halka periyodik olarak hesap vererek yapılabilir…