Tarih, eski yaraları deşmek, yeni problem alanları oluşturmak için okunmaz. Böyle bir tarih okuması yeni nefret ve yarılamalara zemin hazırlar. Birkaç hafta boyunca yapılan Dersim tartışmalarında da aynı mantığı görmek mümkün. Geçmişin yakasına yapışalım derken yeni husumet sebepleri üretildi, geçmişi tartışmak yerine bugünkü algılarımızı tartıştık.
Tarihi olaylara tek taraflı bakılmaz, mağdurun penceresinden olaylar başka, mağrurun penceresinden başka görünür. Herkesin kendine göre haklı gerekçeleri vardır. Ne yazık ki geleneklerimizde biz de hata yapmışız anlayışı yok, herkes haklı olunca hakikati bulmak o kadar zorlaşıyor.
Dersim isyanına da öyle bakmak gerekir. Hiçbir şey yokken müdahale edildi demek ne kadar abesse, yapılan her şeyi hak ettiler demek de o kadar vicdansızlıktır.
Dersim 1937’ye gelinceye kadar zaten şekavetin hiç eksilmediği bir bölge olmuştur. Ergani, Keban maden mutasarrıflarının Osmanlı döneminde Dersim aşiretlerinin eşkıyalığına dair sayısız şikâyeti hâlâ arşivlerde duruyor. Çarsancak beylerinin, Harput ahalisinin şikâyetleri de öyle. Hiçbir şey yoktu diyebilmek için bütün bu arşiv kayıtlarını yok saymak gerekiyor.
Osmanlı yıkılmış, devlet yeni bir forma bürünmüştür. Aslında Cumhuriyet Osmanlı’nın çocuğudur. Tarihi akış o günün yöneticilerini adeta yeni bir yönetim anlayışına mecbur etmiştir. En keskin devrimlerde bile aslında az veya çok tarihi şartların tesiri vardır. Cumhuriyeti Osmanlı’dan ayıran en önemli yan daha merkezi bir yönetim olmasıdır. Osmanlı’yı yönetenler de bu zaafı görmüşlerdir, son yüzyıl adeta merkezileşme çabalarının bir tarihidir. Eyaletleşmeden, her türlü âdemi merkeziyetçilikten vazgeçen, devleti ona göre yapılandırmaya çalışan Osmanlı’dır. Cumhuriyeti kuranlar onların başlattığı değişime son noktayı koymuşlardır.
Dersim’in Osmanlı döneminde kalan alışkanlıklarını sürdürmesi, aşiret seyit düzenini Cumhuriyette sürdürmesi mümkün değildi. Cumhuriyet’in kadroları eyaletleşme ve yarı özerk yapıların neye mal olduğunu ciğerleri yanarak görmüş bir kadro idi. Dersim’e susmak yeni denetimsiz, serazat alanların oluşması demekti. Engin bir tarihi tecrübenin içinden gelen bir kadronun buna susması mümkün değildi.
Aslında Dersim’i mülayemetle ıslah etmek için her teşebbüste bulunulmuştur. Nuri Dersimi, ”Kürdistan Tarihinde Dersim” isimli kitabında anlatır. Bölgeye nasihat heyetleri gönderilmiştir, aşiret reislerine defalarca yakarılmıştır, ama netice sıfır. bu ayrıntıları anlattığı için bazı çevreler Nuri Dersimi’ye kızarlar. Çünkü Dersimi’nin anlattıkları Seyit Rıza ve arkadaşları için çizilmek istenen masum şablonlara uymamaktadır. Müdahaleyi yerden yere vurmak ancak masum bir Seyit Rıza fotoğrafı ile mümkündür.
Hiçbir devlet gövdesinin ortasında devletimsi yapılara müsaade etmez. Bu devlet olmanın da, millet olmanın da icaplarına aykırıdır. Olayları trajediye çeviren Dersim’deki Ağa seyit saltanatıdır. 1937’de yapılanlar devlet olmanın gereklerine uygundur, ama 1938’de kantarın topuzu kaçmış, birçok masum insan birkaç yüz isyancı yüzünden heder edilmiştir. Dersim’den alınması gereken en önemli ders budur. Kürt Zaza katliamı söylenceleri tamamen olaya katliam boyutu kazandırmak içindir. Dersim gerçekte hem Kürt değildir, hem de Dersim’in baskın kimliği şu veya bu etnik köken değil, Aleviliktir. Dersim’i farklı biçimlerde takdim ayrılıkçı amaçları tarihi bir olayın arkasına saklamaktır. Keşke bu trajedi hiç yaşanmasaydı, ama yaşanmıştır, yeni keşkeler dememek için tarihi doğru anlamalıyız.