Benim, birçoğumuzun ve aslında Suriye’de devrim hareketlerini ilk başlatan tüm kesimlerin hayali de buydu. Davutoğlu’nun ”her kesimin birlikte barış içerisinde yaşayabilecekleri demokratik Suriye” sözlerinin altına imzamı yüreğimle atabilirim ve birçok Suriyeli devrimci de bunu böyle yapar.
Ancak ”demokratik” sözcüğünü duyduklarında şeytan görmüşçesine irkilen -veya irkiltilen- marjinal gruplarla Suriye Devrimi’nin mesafe kaydetmesi mümkün değildir. İllaki IŞİD’çi olması da gerekmiyor; ama coğrafyada her nedense bazı Müslüman gruplar ve özellikle gençler -belki kendine göre bazı haklı gerekçelerle- bu kelimeye karşı oldukça ön yargılı.
Bu durum Suriye’de barışçıl gösterilerin ilk başladığı umut dolu günlerden, yerini bugün artık ”belirgin bir belirsizliğe” bırakan sürecin en önemli handikaplarından olsa gerek. Barışçıl gösteriler esnasında ve sonrasında birçok aklı başında öncü kanaat önderlerinin şehit edilmesi, eli kanlı Suriye rejiminin işlemiş olduğu insanlık dışı iğrenç cinayetler karşısında dünyanın tepkisizliği, ölümcül şiddet dışı bir yöntem kabul etmeyen ve İslami söylemlerle soslanmış IŞİD gibi yapıların bölgede güçlenmesine neden olmuştur. Suriye rejimini ve destekçilerini en çok sevindiren gelişmenin bu olduğunu söyleyebilmek için büyük bir siyaset bilimci olmak gerekmiyor.
Tüm bu gelişmeler birçok karşı argümana rağmen teknik bir yöntem olarak iktidarı elinde tutacak lider ve temsilci belirleme noktasında, birçok farklı grubun birlikte yaşam haklarını hukuksal zeminde garanti altına alacak demokratik yöntemlerin değerini ve ne denli önemli olduklarını daha çok gözler önüne seriyor.
Birisi çıkıp kendisini “halife-lider” ilan ediyor ve ellerine verilen silahlarla kendisine tabi olamayanları öldürmeye ya da sindirerek boyun eğdirmeye çalışıyor. Bu kabul edilebilecek İslami ve insani bir yöntem olamaz. Üstelik savaştığı grupların birçoğu zalim Esed rejimine baş kaldırma onurunu taşıyan mazlum Suriye halkından müteşekkil.
Halklarının büyük çoğunluğu Müslüman ve kadim İslam şeriatının medeni hukuk bağlamında birçok kuralının halen uygulanmakta olduğu bir bölgede egemenliği gasp etmiş bir iktidar odağına karşı verilen halk mücadelesi esnasında oluşan irili ufaklı onlarca gruba ki-içlerinde Müslüman olmayan gruplar da vardı- eğer birileri tutup Esed rejimi benzeri bir şekilde baskı ve sindirme yöntemleriyle kendinden menkul otorite ve ideolojisini dayatmaya kalkarsa işte bugün gözümüzün önünde yaşanan ve her geçen gün kalbimizi daha çok kanatan bir Suriye tablosu karşımıza çıkar.
Her kesim, grup ve kişi iktidar ya da lider olmak isteyebilir. Bu durumda tarihin kanlı sayfalarında yer aldığı gibi bu hedef doğrultusunda kesimler birbirini keserek ve kimin bileği güçlüyse mi kudreti eline geçirecek? Birileri bu kanlı ve yakışıksız yolu tercih edebilir; ama bunun İslami bir yöntem olduğunu asla dayatamaz. Üstelik öncelikle yenilmesi gereken gerçek düşman her gün rutin ve mutat katliamlarına huşu içerinde devam etmekteyken.
Devrimci gruplardan öncelikle beklenen şey azgın katiller rejimini devirmek idealine kilitlenerek koordine olmaları ve yeni demokratik Suriye’nin kapsayıcı kodlarını belirleyerek yollarına devam etmeleriydi. Zaten çoğunluğu üstelik mütedeyyin Müslüman olan bir halka kendi anlayışlarından muhayyel bir İslam Devleti dayatmaya kalkmak değil!..
Tüm örselenme girişimlerine karşın bizim Suriye Devrimi’ne olan inancımız ve umudumuz halen tamdır. Ama kimi zaman içsel muhasebe yapmak da bir zorunluluk haline gelebiliyor.
Selamla.