Bundan birkaç gün önce CHP’nin “tez canlı’’ Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Bülent Tezcan, halkın yüzde 50 oyunu alarak Cumhurbaşkanı olan SN. Erdoğan’a orta yerde çok ağır hakaretlerde bulundu.

“Tekirdağ meydanından söylüyorum Recep Tayyip Erdoğan, faşist diktatördür. Hem de onların (!) anladığı dilden söylüyorum. Diktatörün ’de şeddelisidir…” Saçmalığa bakar mısınız? Dünyanın neresinde “Diktatörün yüzüne karşı diktatörsün!” denebiliyorsa… Allah akıl fikir versin ne deyim ki şimdi… Neyse şimdilik bu mevzu burada dursun. Ben başka bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum.

Onlar…

“Şedde’’ kelimesinin altını çizip “Onların’’ anladığı dilden söylüyorum diyerek “ötekileştirdiği’’ kişiler sanırım SN. Cumhurbaşkanına gönül verenler, onunla aynı safta duranlar yahut ona oy verenler. Yani Türkiye’nin %50’si…

İmdi… Anlaşılan o ki, her durumdan kendisine vazife çıkarmaya pek heveskâr olan bu zat, kendisiyle aynı kulvarda yer almayan kişileri ötekileştirerek varlığını bu ayrım üzerinden çok güzel değerlendiriyor. Hâlbuki çokta değil bundan 20-30 sene önce insanları hayat tarzları üzerinden; ilericiler-gericiler, dinciler-laikler, solcular-sağcılar diye kutuplaştıran o kirli zihniyetin bedelini bu aziz millet çok acı bir şekilde ödemişken.

İşte sırf bu yüzden kaybedenler kulübünün sözcüsü olan bu tez canlı zatın, saygı sınırları içerisinde kalması ve düşünerek konuşması oldukça elzemdir. Çünkü saygı yoksa her şey bitmiştir. Düşünme yetisi ise evrende sadece biz insanlara verilmiştir. Saygının olmadığı yerde ne sevgi ne merhamet ne insanlık nede dostluk olur…

Zaten eğer bizler Peygamberimiz (sas) kendimize örnek alsak, onun saygı konusundaki hassasiyetini bilse idik “Bir kâfirin cenazesinde bile Allah’a olan saygısından dolayı ayağa kalktığını da bilirdik…’’

Evet kıymetli dostlar, bundan gayrı bizlere yakışan kapsamlı ve sosyal bir bütünleşmeyi gerçekleştirmektir. Kutuplaşmaların oluşturduğu sorunları en azından hafifletmek ve demokrasiyi işletmek için “öteki” olarak nitelendirdiğimiz insanlara tolerans katsayımızı topyekûn yükseltmemiz gerekmektedir. Artık karşılıklı olarak empati yapabilmeyi, diyaloğu, tartışmayı, müzakereyi öğrenmeliyiz.

Zor olmakla birlikte! Herkesin herkesi kendisine benzetme anlayışından ve tutumundan artık derhal vazgeçmesi gerekmektedir. Tabi ki de soluduğumuz sorunları, bireysel ve sosyal farklılıkları tamamen sıfırlama diye bir şey söz konusu değildir. Lakin demem o ki; Toplumda bize aykırı duygu düşünce ve davranışların bulunması yanlış ve tehlikeli değil, bilakis faydalı ve gereklidir. Yeter ki birbirimize olan tahammülümüzü kaybetmeyelim birbirimize karşı anlayışlı olalım.

Unutmayalım ki bir zamanlar birbirlerini dil, din, ırk ve kültürel olarak ayrıştırarak nefret tohumları ekenler, bugün dünyanın dört bir tarafında oluşan soykırım ve katliamlardan kültürel ve siyasi yozlaşmalardan sorumludurlar. Köşe yazımı ötekileştirenlere inat Hz. Mevlâna’nın insanlığa yapmış olduğu genel çağrı ile bitiriyorum.

Gel, gel, ne olursan ol yine gel,

İster kâfir ister Mecusi,

İster puta tapan ol yine gel,

Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir,

Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel…