DAEŞ sonrası – 9

Herkesin bildiği gibi başarılı her devlet iki esasa dayanır. Birincisi ekonomi, ikincisi ise güvenliktir. Bu husus aynı zamanda Yüce Yaratan’ın Kur’an-ı Kerim’de beyan buyurduğu bir gerçekliktir:

“… Yalnızca şu Beyt’in Rabbine kulluk etsinler! Ki O, (bölgenin coğrafi şartlarının doğurduğu) açlığa rağmen onları doyurmuş, her tür tehlike ve tehdide rağmen onları güvende kılmıştır.” (Kureyş 106:3-4).

Bu mübarek âyette Allah Teâlâ’nın kendilerinden kulluk/ibadet istemeden önce Mekke toplumunun iki temel ihtiyacını karşıladığını görüyoruz: Gıda/beslenme ve can/yaşama ve güvenliği. Çeşitli İslam ülkelerinde yitirilmiş olan denklem tam manasıyla işte budur! İslami hareketlerde hiç bulunmayan da bu husustur. Buna mukabil güvenlik ve gıda denklemi gelişmiş ülkelerde güçlü bir şekilde mevcuttur. O kadar ki Batı’da hükümetlerin düşüşü ve yükselişi güvenlik-gıda denklemi üzerinden gerçekleşmektedir. Diri ve başarılı toplumların kalkınmasının sırrı da burada yatmaktadır.

Yok oluş yolunda ilerleyen ölü toplumlara gelince; onlar -kendilerini dünya toplumlarından soyutlayan ve kendilerine şüpheli gözlerle bakmasına yol açan- milliyetçi, ırkçı vb. sloganlar üretmekle yetinirler. Böyle toplumlar bilimsel açıdan gelişmiş olsalar bile nihayetinde uçuruma yuvarlanırlar! Kuzey Kore’nin geleceğini böyle görüyoruz mesela. Nazi Almanyası aynı süreci yaşadı. Bütün ırkçı ve içine kapanmış toplumların geleceği budur!

Çağdaş İslami hareketler, abartılı büyük sloganlar üzerinde yükselen mahza izole/kapalı hareketlerdir. Bu yapıları onları dış güçlerin müdahalesi ve sömürgeleştirilme riskiyle karşı karşıya getirmektedir. Sonuçta asıl sömürgeciler bizzat bu İslami hareketlerin kendileri olup çıkabiliyor! İnsanları -ekonomi ve güvenlik denklemini korumaktan uzak- söylem ve sloganlarla boğuyorlar! Böylece toplumlarında bu denklemi gerçekleştirme kudretleri olmadığını da örtmek için gerekçe oluşturuyorlar. Kaotik söylemler benimseyerek insanları sorunun kaynağının dışarıda olduğuna inandırmaya çalışıyorlar!

Günümüzde başarısız devlet modeli; vatandaşlarına işgücü piyasası sunmada başarısız olan devlettir. Başarısız devletler iç güvenliğini sağlayamaz. Çünkü bunu sağlayacak adaletli yasaları yoktur. Başarısız devletler halklarını tarih kitaplarını okumaya yönlendirerek geçmişin ihtişamıyla avunmayı tercih ederler. Böylece günümüzdeki hezimetlerini örtmek isterler. Evet, tarih bizim geçmişimizin bir parçasıdır, ama geleceğimizin bir parçası değildir. Yeni İslamcıları mazide yaşamaya mahkûm eden ve geleceğin anahtarlarını edinmekten mahrum bırakan işte bu yaklaşımdır.

Yeni İslamcılar kavmiyetçidir/ulusalcıdır. O kadar ki, düşüncelerinin özünde kavmiyetçilik vardır. Bu yüzden bizzat “İslam” kelimesini bile kavmiyetçiliğe dönüştürmüşlerdir. Hem de bunu Batı devletlerinde kavmiyetçiliğin ortadan kalktığı bir dönemde yaptılar!

Dünya Savaşı biter bitmez Avrupa devletleri mülteci kabul etmeye başladılar. Vatandaşlarıyla bütünleştirerek rehabilite etmek ve toplumlarını elbirliğiyle yeniden inşa etmek için onları işgücü piyasasına kazandırdılar. Günümüzde Amerika’nın en büyük güç olmasının sırrı buradadır. Keza bütün büyük devletlerin başarısı da burada yatmaktadır.

Bunun tam aksine Afrika devletleri mültecilerden yararlanmayı asla düşünmez. Onları sadece yük görürler. Doğu Avrupa ülkelerinde ve Türkiye’de de durum farklı değildir. Milliyetçilik bilincini yükseltmek için çalışanlar mültecilerin toplumla bütünleşmesini ve işgücü piyasasında istihdam edilmesini asla istemezler. Esasen onlar ülkelerinin geleceğini yıkmaya çalışıyorlar!

Geleceğin devleti; çok sayıda etnik kökenden ve çeşitli topluluklardan oluşan ve ekonomi ve güvenlik denklemini sağlam kurabilen devlet modelidir. Kavmiyetçi duygulara boğulmuş devletlerin geleceği yoktur. Kendisini dünyaya kapatan İslamcı hareket ve devletlerin de geleceği yoktur. Onlar bu ümmetin son kalesi olamayacaktır!… (Son).

Çeviri: Fethi Güngör