Kur’an-ı Kerim, Müslümanların Müslüman olmayanlarla ilişki biçimini açıklığa kavuşturmakta ve gerek barış gerekse savaş dönemlerinde başkalarıyla ilişkilerinin ne düzeyde olması gerektiğini gayet açık şekilde ortaya koymaktadır:

“Mümkündür ki Allah, sizin düşman olarak algıladığınız kimselerle sizin aranızda bir sevgi var edebilir; ve Allah’ın (buna) gücü yeter; üstelik Allah tarifsiz bir bağış, eşsiz bir merhamet kaynağıdır. Allah size, sizinle din savaşı yapmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselerle iyilik ve fedakârlığa dayalı bir ilişki geliştirmenizi yasaklamaz: Çünkü Allah fedakâr olanları pek sever. Allah size, yalnızca sizinle din savaşı yapan ve sizi yurtlarınızdan çıkaran veya sizin çıkarılmanıza destek verenlerle dostluk kurmanızı yasaklar: Artık kim onlarla dostluk kurarsa, işte onlar zalimlerin tâ kendileridir.” (Mumtehane, 60:7-9).

Şayet bir insan başka insanları öldürmüyor ve onları yurtlarından sürmüyorsa o insan iyilik ve fedakârlığa dayalı bir ilişkiyi hak ediyor demektir. Bu hususta Kur’an-ı Kerim o insanın dinini sorgulamamakta, onun hangi inancı benimsediğine ehemmiyet vermemektedir. İlişkinin mahiyeti açısından onun mü’min: inanan ya da inanmayan olmasının bir önemi yoktur.

(Âyetelkürsi’nin hemen peşinden gelen) “Lâ ikrahe fiddîn. Qad tebeyyene’r-ruşdu mine’l-ğayy” ayeti (ikrahın; baskı ve zorbalığın her çeşidini yasaklamıştır):

“Zorlama dinde yoktur. Artık doğru ile yanlış birbirinden seçilip ayrılmıştır. Şu hâlde kim tâğutu/şeytani güç odaklarını reddeder de Allah’a inanırsa, kesinlikle kopmaz bir kulpa yapışmış olur: zira Allah her şeyi sınırsız işitendir, her şeyi limitsiz bilendir.” (Bakara 2:256).

İşte bu gerekçeyledir ki; Allah Teâlâ bizim insanları kafalarındaki düşünceleri yüzünden kovuşturmamıza asla müsamaha göstermez. Allah bize farklı düşünce ve inanç mensuplarını kovuşturma hakkını, sadece insan öldürme ve insanları yurtlarından sürme eylemlerine bulaştıklarında vermektedir.

Öldürme ve sürgün suçlarına bulaşanlar, oruç tutan, namaz kılan, Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik eden kimseler bile olsa mutlaka engellenmelidir. Dünyadaki herhangi bir insanı inancından ya da düşüncesinden dolayı muaheze etmek bize düşmez! Onun hesabı Allah’a kalmıştır.  Ancak O, anılan eylemleri gerçekleştiren suçluları soruşturma hakkını vermiştir bize.

Kur’an-ı Kerim’e göre öldürme ve sürgün suçlarına bulaşmamış her insan “birr ve qist: iyilik ve fedakârlık” temelinde bir ilişkiyi hak etmektedir. O kadar ki, yepyeni bir din ortaya atmış birisi bile bu ilişkiye layıktır. Baskı ve şiddete başvurmadığı sürece, insanları ikna edebiliyorsa buyursun yaysın dinini!

Zaman zaman şöyle sorularla karşılaşıyoruz: Bizden farklı olan birinin devlet başkanlığına aday olması caiz midir? Diyoruz ki; evet, aday olmaya hakkı var. Yeteri kadar oy alıp seçimlerde başarıyı yakalayabiliyorsa buyursun! Aynı şekilde, -geçmiş dönemlerde güç ve kuvvet kutsandığı için– asırlar boyunca siyasetten ve karar mekanizmalarından uzak tutulan kadınların da aday olma hakları vardır. Asırlar boyunca insan ilişkilerimizi ilim ve akıl üzerine değil de kas gücü üzerine bina etmemiz anlaşılır gibi değil!

Enbiyanın yöntemini benimseyen bir toplum ortaya çıkacak olursa bu toplumun diğer tüm toplumları “muhalifleri öldürme ve sürme” olaylarından korumak için bütün bir insanlık ile dayanışma içinde olması gerekir. Nebilerin yolunu sürdürecek bir toplum, zulüm ve gaddarlığa mâni olmak için bu suça yeltenenlerle çok yönlü bir mücadele yürütme ödevindedir. Raşid halifeler döneminde var olan bu parlak söylemi Müslümanların çoktan yitirdiğini çok iyi biliyorum…

Hz. Ali döneminde Hariciler ayaklandığında Ali bin Ebî Tâlib arkadaşlarına şu talimatı vermişti: Onlar haksız yere kan dökmedikçe sakın onları öldürmeyin! Yani; onlar din konusunda kendileri gibi düşünmeyenleri öldürmeye başlamadıkça onlarla savaşmayız. Nihayetinde onlarla savaştı. Çünkü onlar o kadar ileri gitmişlerdi ki, aralarında Hz. Ali’yi (r) öldürerek Allah’a yakınlaşmayı umanlar bile vardı! Sonunda onu öldürdüler de! Maalesef Hz. Ali’nin öldürülmesinden sonra İslam dünyası Harici mezhebine intisap etti! O gün bugündür kendileri gibi düşünmeyenleri öldürmeye devam ediyorlar!

O tarihten bu yana tekrar tekrar yaşadığımız bundan ibarettir. Bazı İslam ülkelerinin -İsrail’le bile barış girişimlerini sürdürürken- bir türlü diğer İslam ülkeleriyle barış yapmayı aklından bile geçirmemesi işte bu tarihî arkaplandan kaynaklanmaktadır. Çünkü Müslümanlar birbirlerinden korkuyorlar! Onları idare edenler de koltuklarını ve otoritelerini yitirmekten korkuyorlar!

Çeviri: Fethi Güngör