Kral Faysal bin Abdülaziz, Kudüs ve Filistin toprakları üzerindeki İsrail işgaline karşı, Müslüman halkları cihada çağırdığında takvimler 1969’u gösteriyordu. Suriye ve Mısır bu çağrıya cevap vererek 1973’de Kudüs’ün ve Filistin’in işgalden kurtarılması için Arap ülkelerinin yardımını da alarak 1973’de İsrail’e savaş açar. ABD her zamanki gibi İsrail’in yanında yer alır. Suudî Arabistan, batıya akan petrol vanalarını kapatır ve tüm dünyada “petrol krizi” baş gösterir.

Krizi görüşmek ve çözüme kavuşturmak üzere ABD Dışişleri bakanı Henry Kissinger, Suud Kralı Faysal’ı ziyarete gider. Görüşme, kralın sarayında değil, sahranın ortasında bir çöl çadırında gerçekleşir. Misafirine karşı pek de konuksever davranmayan Kral Faysal’ın sofrasında hurma ve deve sütü vardır. Kissinger’in “Eğer ambargoyu kaldırmazsanız biz de petrol kuyularını vururuz!” tehdidine karşı Kral Faysal, tarihe geçen şu cevabı verir: “Tabii ki petrol kuyularımızı bombalayabilirsiniz. Fakat unutmayınız ki, biz ve atalarımız hurma ve deve sütüyle yaşıyorduk, yine öyle yaşayabiliriz; ancak artık siz petrolsüz yaşayamazsınız.”

Bu olaydan kısa bir süre sonra Kral, kendisiyle aynı ismi taşıyan yeğeni tarafından hem de kendi sarayında, kafasına sıkılan iki kurşunla öldürüldü. Katil yeğen Faysal bin Musaid, Amerika’da kolej ve üniversite eğitimi görmüştü. Önce akli dengesinin yerinde olmadığı söylendi ise de sonrasında idam edildi.

Kral Faysal’ın öldürülmesinden sonra petrol vanaları açıldı ve petrol krizi sona erdi. İsrail, Amerika’nın da yardımı ile Suriye ve Mısır’a karşı yürüttüğü savaşı kazandı. Kudüs işgalden kurtarılamadığı gibi Filistin toprakları da peyderpey eriyip gitti. 1975 tarihinde gerçekleşen bu suikasttan sonra hiçbir Suud kralı, sarayından çıkıp da çölde yaşamayı göze alamadı. Hurma ve deve sütü ise mükellef saray sofralarının nostaljik birer katığı olarak kaldı. Batıya akan petrolün vanası ise hiç kapanmadı.

Yüz yıl sonra yine bir hayatî karar arifesindeyiz. Bu milletin aziz evlatları, yüz yıl önce bulgur aşı yemeyi ve yayık ayranı içmeyi göze alarak bir istiklal mücadelesi verdi. İçecek ayranı çoktan bitmişti. Yiyecek bulguru kalmadığında ise, Allah onlara bu cennet vatanı tekrar lütfetti. İçerde ve dışarda ittifakların kurulduğu, ihanetin en yakınlardan geldiği bir zamanda, zaferi getiren milletin imanı ve azmiydi.

Biliyorum; damağımız türlü mutfakların enfes lezzetlerine alışalı çok oldu. Yörük çadırlarında ve kerpiç evlerde yaşamayı da çoktan unuttuk. “Vazgeçebildiğimiz kadar kazanabileceğimiz bir denklemde” soluk alıp veriyoruz. Verdiğimiz nefesten vazgeçmezsek, elin oğlu bize nefes aldırmamaya kararlı.

Peki söz konusu kolejlerde okuyup, üniversitelerden mezun olan hain yeğenler, onlar ne olacak?

Mesele, “hain yeğen” meselesi değil yeğen! Gök kubbenin altında ondan bol ne var!

Mesele: Biz bulgur aşına ve yayık ayranına razı olacak mıyız? Yoksa fast food menüsünün yanında kolamızı yudumlaya devam mı edeceğiz?