Köşe yazılarımızda zaman zaman Diyanet işleri Başkanlığının çalışmalarından bahsederek çok çaba gösterdiklerini ama yetersiz olduğunu ifade etmiştik. Özellikle de dinden beslenen ve milletin inancını özgürce yaşayamaması, Diyanet’in görevini gereğince yapmaması/yapamaması sebebiyle insanların bu ihtiyaçlarını karşılamak için başlangıçta samimiyetle bağlandıkları FETÖ’nün ülkemizde nasıl bir terör örgütüne dönüştüğünü yaşayarak gördük.

Yine gördük ki devlet mutlaka milletinin dinine sahip çıkmalı, milletin inancına karışmamalı aksine onun inancını özgür bir şekilde yaşaması için her türlü desteği vermeli. Yoksa din adına yola çıkanların nasıl cani olduğu gerçeği 15 Temmuz’da olduğu gibi karşımıza çıkacaktır.

Yıllarca bu millete tamamını millet yapmasına rağmen bu kadar camiye ne gerek var diye cami düşmanlığı yaptılar. Yine milletin imkânlarıyla yapılan Kur’an kurslarına, İmam Hatip Okulları’na ne gerek var? Kim okuyacak buralarda, camiler de boş deyip, din düşmanlarının ekmeğine yağ sürdüler. Bununla da kalmadılar bu kadar cami yapmak yerine okul yapılsaydı diye cami yapanları, Kuran Kursu yaptıranları okul, ilim düşmanı olarak göstermeye çalıştılar

Ama öte yandan devletin inanca müdahalesi nedeniyle camilerin boşalmasını fırsat bilenler, Kuran Kurslarını ve İmam Hatip okullarını 28 Şubatçılara kapattıranlar, devletin din düşmanlığını kendi lehine çevirerek tüm Türkiye’yi özel okul, dersane, yurtlarla baştanbaşa donattılar. Bununla da yetinmeyip milletten din adına, hizmet adına topladıkları paralarla banka, üniversite, yayın organı, kargo, kitap, sigorta şirketi gibi aklınıza ne gelirse çok sayıda şirket kurdular. Bununla da yetinmediler soruları çalarak özel olarak yetiştirdikleri militanlarını devletin birçok önemli noktasına yerleştirdiler.

Az çatlak ses çıktı mı da hemen Türkçe Olimpiyatları’nı devreye sokup milletin hamasi duygularıyla oynadılar. Soru çalmaları iddialarına bile; “Olsun! Hep karşı taraftan olacak değil ya bunlar namazlı, abdestli, çocuklar” dedirtip hırsızlıklarına bile sahip çıktılar.

Yine bir defa daha yazalım. Diyanet İşleri Başkanlığı bu tür din referanslı terör örgütlerinin panzehir olacak tek teşkilattır. En merkezi noktadan en ücra yerleşim birimine kadar mensubu bulunması nedeniyle de dinimizi gerçek kaynaklardan öğretecek teşkilata ve yapıya sahiptir. Bugün Diyanet İşleri’nin kripto FETÖ’cüler ve 28 Şubat artığı guruplar tarafından sinsice hedef gösterilmesinin arkasındaki gerçek de bu çok büyük ve çok önemli teşkilatın itibarsızlaştırılarak kendilerine ön açma, alan üretme, alanda kalma gayretlerinden başka bir şey değildir.

Bugün Diyanet İşleri Başkanlığı’na hedef alarak saldıranların zihniyeti de kamuoyu tarafından çok iyi bilinmektedir. Bu zihniyetlerin 28 Şubat’ın güçlü generali Çevik Bir’den andıçlandıklarını unuttuğumuzu kimse zannetmesin. FETÖ başının başörtüsü zulmü karşısında 28 Şubat’ın fetvacısı olarak, başörtüsü teferruattır, dediğini de kimse unutmuyor.

Yine Diyanet’e saldıran guruplardan birinin; milletin parasının üstüne yattığı hepimizin malumuyken ve bunların dini yayın yapan televizyon kanallarını birden 28 Şubatçılardan gelen talimatla pavyona çevirdikleri bilinirken bugün sinsi bir şekilde Diyanet İşleri Başkanlığı’na saldırmalarını iyi niyetle izah etmek büyük bir zafiyet olur.

Diyanet İşleri’ni eleştirebiliriz ama milletimizin dini, değerleri, birliği ve beraberliği için en çok ihtiyacımız olan kurum olduğunu da unutmamalıyız. Ve saldıranların sözlerine değil niyetlerine, kim olduklarına bakmalıyız…