Kelime olarak cami, toplayan, bir araya getiren, mescid ise secde edilen yer anlamındadır. Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde daha ziyade mescit ismi kullanılmıştır. Hicretle birlikte Peygamberimizin ilk icraatlarından birisi mescit inşa etmek ve burada inananları eğitmek olmuştur.
Böylece din eğitiminde okul hayatı başlamış ve bizzat Hz. Peygamber burada dersler vermiştir.
Her ne kadar camiler ibadet, dinî törenler ve diğer sosyal faaliyetlerin yapıldığı yerler olarak bilinirse de buraların asıl fonksiyonu Asr-ı Saadet’ten bu yana daima eğitim ağırlıklı olmuştur. Camiler günlük yaşamın karmaşası içinde bunalan, sıkılan, strese giren insanımız için bir dinlenme, rahatlama ve arınma merkezi olmasının ötesinde toplumun kalbinin attığı yerler olmalıdır.
15 Temmuz gecesi bize camilerden yayılan bir hareketin nasıl bir dalgaya yol açtığını o dalganın da ülkemizi ele geçirmek için harekete geçmiş olan malum ve hain çeteyi nasıl püskürttüğünü göstermiştir.
Yapılan araştırmalar ortalama bir rakamla ülke nüfusunun 1/3 nün camilerdeki hizmetlerden yararlandığını göstermektedir. Bu nedenle gelişen ve değişen şartlara ve toplumun ihtiyaçlarına göre camilerde sunulan hizmetlerin gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Özellikle Yaz Kuran kurslarının başlaması ile çocuklar özelinde neyi, nasıl öğreteceğiz sorusu daha bir anlam ifade etmektedir. Son dönemde Diyanet’in çocuklarla ilgili hazırladığı dini kitaplarda ahlâkî konular birinci plana alınması yaklaşımını doğru olarak görmüyorum.
Çünkü cinli perili filmlerin çocukların zihinlerini ambale ettiği bir gerçekken öncelikle çocuklara inanç konularını ve özellikle Allaha imanın nasıl bir şey olduğunu anlatmalıyız ki ahlâkî konuları sağlam bir ipe bağlayalım.
Bu Kuranda da bu sıralamayla verilmiştir : “Hani Lokman oğluna öğüt verirken demişti ki, ‘Oğlum (ey oğul!) Allah’a ortak koşma. Muhakkak ki şirk pek büyük bir zulümdür. “Oğlum, eğer yaptığın iş hardal tanesi kadar bile olsa ve bir taş içine girse, Allah onu ortaya çıkarır. Muhakkak ki, Allah en gizli işleri bütün inceliğiyle bilir, O her şeyden hakkıyla haberdardır.”
Sanki İslam yönetme ve yönetilme hukuku hakkında hiçbir şey demiyormuş gibi yapılmakta, İslam’ın beş şartını yerine getir, dindar olarak başka bir şeye de karışma, dinini de karıştırma denmektedir.
Oysa Peygamberimizin peygamberliğinin yarısını devlet başkanı olarak geçirmiştir. İslam’da siyaset sanki moda deyimle üst akıl tarafından Elkaide benzeri çetevari hukuk tanımazlara bırakılmış ve böylece şeytanlaştırılarak işte dindarlar gelirlerse hepimizi asarlar, keserler algısı hem dünyada hem de biz Müslümanlar da hakim anlayış haline gelmiştir.
Özellikle 15 Temmuz sonrası kendini dindar tanımlayanların bile sığındığı alanın laiklik olması da bu üst akıl oyunlarını sonucudur.
Diyanet İşleri Başkanlığının elindeki imkan ve özellikle 17/25 Aralık sonrası verilen imtiyaz ve geniş yetkileri milletimizin gerçek İslam’la müşerref olması için bir fırsata dönüştürmesi hepimizin beklentisi haline gelmiştir. Özellikle sadece kariyer için gelecekleri, insanlıkları ve her şeyden önce İslamlıkları feda edilen çocuklarımız için onların asli ihtiyacı olan dinlerini tanıma ve yaşamaları için çok ama çok yapılacak iş var.