Yerel seçimlerin normal şartlarda, adayların “belediyecilik hizmetleri”ni anlatacağı ve projelerini yarıştıracağı bir atmosferde geçmesi beklenirdi. Fakat, “demokratik teamüller gereği” bölücü bir partinin insafına terk edilmiş bazı belediyelerin nasıl birer savaş makinesine dönüştürüldüğünü gördüğümüzden beri seçimler hizmetin değil, “terörle mücadele ve beka” sorunun konuşulduğu bir süreç haline geldi.
Diyarbakır’da, Cizre’de, Nusaybin’de devletin parasıyla alınan iş makinelerinin, mayın yerleştirme, siper kazma gibi terörist faaliyetlerde kullanıldığına şahit olduk. PKK terör örgütü bu belediyelerin “kayyım”larla elinden alınması üzerine yeni bir stratejiye başvurmuş durumda. Bunu da açıkça söylüyorlar: “Kürdistan’da biz kazanacağız, diğer yerlerde AK Parti-MHP ittifakına kaybettireceğiz” diyorlar.
PKK’nın siyasi partisi tek başına kazanabileceği yerlerde kendi adaylarıyla, kazanamayacağı yerlerde CHP, İP ve Saadet adaylarıyla seçime giriyor. Aslında HDP, bu bölgelerde diğer partileri desteklemiyor; zaten bu adaylar kendisine yakın olan isimler. Yani CHP’nin İP’in ya da Saadet’in bir türlü kabul etmek istemediği HDP’yle ittifaklarının olduğu yerlerdeki adaylar, aslında kendilerine ait değil. CHP’nin İzmir adayının HDP’ye sempatiyle baktığı, “Hendek Operasyonları” esnasında bölücüleri destekleyen beyanatlar verdiği bir sır değil.
Aynı şekilde HDP’nin yüzde 30 aldığı Şanlıurfa’da, yüzde 2 oy almış Saadet’i desteklemek için seçimlerden çekilmesinin anlamı ne olabilir?
HDP, Saadet’in Adıyaman’daki adayı Ahmet Faruk Ünsal’ı desteklediğini açıkladı. Peki neden? Bu şehirde geçen seçimlerde Karamollaoğlu yüzde 1, Demirtaş yüzde 7 oy almıştı. Belli ki, yüzde 67 oy alan Cumhur İttifakı karşısında hiç şansları yok. Öyleyse Ünsal’ı desteklemek neden?
Mazlum-Der eski Genel Başkanı Ünsal, uyguladığı politikalar sebebiyle ülkemizin en eski İslami derneklerden birisinin ikiye bölünmesine sebebiyet vermiş, neyse ki İstanbul Şubesi’nin ağırlığını koymasıyla başkanlıktan düşürülmüştü. Ünsal’a yöneltilen en büyük eleştiri, derneği HDP çizgisine yaklaştırmaya çalışmasıydı. Derneğin daha önceki bir başka genel başkanı Ayhan Bilgen bugün HDP’nin sözcüsü durumunda. Aslında Bilgen, bu durumda kendi açısından tutarlı görünüyor. Hem bölücü fikirleri savunup, hem de İslami kimlikle siyaset yapılamayacağını görmüş ve tercihini yapmış. Sorun, Bilgen ya da Hüda Kaya gibi kimselerde değil.
Gerçek sorun, aslında bölücü fikirlere sahip olmasına rağmen, bunu açıkça söyleyemeyip İslami kimliği bir kalkan olarak kullananlarda. Sorun, gerçekte Türkiye’nin kantonlara ayrılmasını istemesine; PKK-PYD’yi terörist olarak görmeyip, Öcalan’ın serbest kalmasını talep etmesine rağmen, kendisini “vatansever” gibi pazarlayanlarda.
Ak Parti’nin “içeriden” olduğu iddia edilen muhalif yazarları, İçişleri Bakanı’nın millet ittifakı adıyla bilinen “kirli bohça”nın listelerindeki bölücüleri tek tek açıklamasına içerlemişler. Bunlar “devletin istihbarat raporlarının ifşası, aynı zamanda fişlemenin de ikrarı”ymış. Bu kişiler aday olabildiklerine göre, sabıkalarıyla ilgili bir sorun olmayabilir. Peki, bölücü kimliğini gizleyerek seçmeni kandırmak ne kadar ahlaki?
Meydanlarda “terörist başına özgürlük” diye bağıracaksın, sonra da CHP’nin, Saadet’in İP’in listelerinden aday olacaksın. Ve kimse size, “sahtekârlık yapmayın, mert olun” demeyecek öyle mi?
AK Parti’yi tek başına iktidar olamayacak konuma düşürüp, CHP ve HDP ile koalisyon görüşmelerine başlayanlar hala anlayamamış olabilirler fakat, Türkiye “çözüm süreci” isimli “bölünme ve yıkım” programına dönüşen gidişatı reddedip, 15 Temmuz’da yeniden ayağa kalktığından bu yana tercihini yapmış durumda.
Emperyalizmin taşeronları, kimliklerini gizleyerek adeta bir ur gibi siyasi partilerin içerisinde dolaşsa da, Türkiye’yi yolundan çeviremeyecekler.