Size uzak geçmişten bahsetmeyeceğim. Abdülhamid’i Kızıl Sultan diyerek, “ayrılıkçısı, azınlığı, dindarı, batı yalakası tiplerin” elbirliğiyle devirdikleri o karanlık günlerden… Ordunun siyasete elindeki mavzerin gücüne dayanıp müdahale etmeyi alışkanlık haline getirdiği o kötü başlangıçtan, 1909 darbesinden değil.

Daha birkaç yıl öncesine gitmek yeterli çünkü, bugün bayram yapmaya.

Rahmet Erbakan yüzde 21 gibi oranla seçimlerin birinci partisi olmuş, dolayısıyla kurduğu koalisyon hükümeti her an yıkılabilecek kadar güçsüzdü.

28 Şubatçılar’ın dişlerini her gün biraz daha gösterdiği o günlerde Başbakan Erbakan’ın sadece bazı dini cemaat liderlerine verdiği iftar o kadar büyük gürültü koparmıştı ki, mahallemizin bazı yazarları bile hocayı ağır şekilde eleştirmekten kendilerini alamamışlardı: “Laikler tahrik edilmemeliydi!”

Oysaki memleketin insanından, garibanlığından, üstlerine sinen çökelek kokusundan, vatanına olan aşkından, semaya ulaşan dualarından nefret eden bir güruh, STK’lardan, medyaya; askeriyeden bürokrasiye kadar köşe başlarını tutmuş, kimseye nefes aldırmıyorlardı.

“Gerekirse silah kullanırız” diyen medyanın en militan, en ahlaksız, en vicdansız olanlarını bir kenara koyun. Liberal diye bilinen Radikal, İslam Faşizmi diye manşetle çıkıyor, yazarı İsmet Berkan “Onlar var ya onlar; alkolü, sinemayı, müziği, resmi, heykeli, baleyi, dansı yasaklamayı özlüyorlar… Düşledikleri, özledikleri, öngördükleri rejimin adı doğrudan faşizmdir” diyebiliyordu.

Peki ne yapmıştı Erbakan, bu güruhu bu kadar ürkütecek? Hiç. Koca bir hiç. Yaşantılarına yönelik en küçük bir müdahale yoktu, aksine başörtülüler devlet memuru bile olamıyorlardı. Milletvekili olma girişiminin nasıl sonuçlandığını söylemeye gerek yok. Onları asıl endişelendiren Refah-Yol Hükümeti’nin Türkiye’nin D-8 gibi kuruluşlar vasıtasıyla sömürgeciler karşısında alternatif güç olmaya çalışmasıydı. Yani tadı kaçanlar, Batı’daki efendileriydi.

Bunları niye mi yazıyorum?

Seçilmiş Başbakan’ın darbeciler eliyle asıldığı, seçilmiş Başbakan’ın darbeci paşalar tarafından “peze..k” diyerek hakarete maruz kaldığı ülkemde “artık orduyu olması gereken” yerde, yani düşmanlarımızın tam karşısında konumlandıran bir lider var. Üstelik tam 110 yıl sonra.

Seferden döndüğünde pusatını usulca yanına bırakıp, sükûnet ve tevazuuyla secdelere varan bir alperen edasıyla Yenikapı’da kıyamda duran; yüz binlerin tekbirlerini dualarıyla taçlandıran uzun bir adam.

Söyler misiniz, biz bayram yapmayalım da kim yapsın?