Her işin başı Bismillah. Bu haftadan itibaren sizlerle Diriliş Postası aracılığıyla kültür, sanat, edebiyat, eğitim ve dil üzerine kaleme aldığımız yazılarla birlikte olacağız. Nefesimiz yettiğince, kalemimiz erdiğince, dilimiz döndüğünce medeniyetimizin sacayakları olan konular üzerine düşüncelerimizi paylaşacağım. Aslında bu yazıları karşılıklı hasbihal olarak değerlendirmek daha doğru olur. Nitekim ele alacağımız konular her birinizin de derdi olan ortak mevzuları gündeme getirmekten ibaret olacak. Bu anlamda görüş ve önerilerinizi dört gözle beklediğimizi belirtmek istiyorum.
Yazı bizlere verilmiş en güzel nimetlerden birisidir. İnsanlık tarihinin akışını değiştiren iki temel etken insanlığın tarımı öğrenmesi ve yazıyı icat etmesidir. Allah’ın bahşettiği bu iki güzel hediye sayesinde insanlık tarihi büyük bir eşik atlamıştır. O vakte kadar insanlığın birikiminin yazıya geçirilememiş olmasıyla her nesilde çok az ilerleme kaydeden toplumlar yazının icadıyla birlikte bilgiyi saklama ve diğer insanlara iletme imkânına kavuştular. Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayette kaleme, yazıya ve konuştuğumuz dillere işaret buyrulmasının hikmetini burada aramak gerekir.
“Nun. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun.” (Kalem Suresi-1)
“Ki O, kalemle (yazmayı) öğretendir.”(Alak-4)
“Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, âlimler için gerçekten ayetler vardır.” (Rum-22)
Dil insanın vatanıdır. Dil; karakterimizi, ahlakımızı, toplumsal yapımızı şekillendiren kısacası bizi biz kılan temel unsurdur. Örneğin nezaket ve saygı kurallarıyla bilinen Japon toplumunun konuştuğu dilde(Japonca) hiçbir argo/hakaret kelimesinin yer almaması bu durumlarıyla ilişkilidir.
Kendi dilimiz olan Türkçe de milli karakterimizin izlerini barındırır. Binlerce yıldır konuştuğumuz bu dilin hali hazırda dünyada en çok konuşulan diller arasında yer alması bu uzun geçmişiyle ve geniş bir coğrafyaya yayılmış olmasıyla ilgilidir. Lehçe farklarıyla birlikte günümüzde yaklaşık 300 milyon insan Türkçe konuşmaktadır. Bunlar arasında 85 milyon kişiyle Anadolu Türkçesi başı çekmektedir.
Anadolu Türkçesinin mimarları olarak Âşık Paşa, Ahmed Fakih, Sultan Veled, Hoca Dehhâni, Mevlânâ, Şeyyad Hamza gibi isimler sayılabilir. Ancak Türkçemizi rayına oturtan asıl isim Yunus Emre’dir. Her biri 12 ve 13. yüzyıllarda yaşamış bu isimlerin halk diliyle yazılmış şiirleri kulaktan kulağa yayılarak bugünün Türkçesinin temellerini atmıştır. Yunus Emre ile birlikte dilimiz yüksek bir ifade gücüne ulaşmış, yeni pek çok kelime kazanmış, Farsça ve Arapçanın tesirinden uzaklaşarak Oğuz boylarının kullandığı halk dilini zenginleştirmiştir. Mustafa Tatcı bu durumu şu cümlesiyle özetlemiştir: “Yunus’un asıl dehası, Türkçeyi sanatkârane bir üslûpla kullanmasında aranmalıdır. O, âdeta Türkçe tasavvuf ve ıstılah dilinin kurucusudur. Türkçe Yunus’un kalemiyle estetikleşmiş, ebedileşmiş ve canlanıp yayılmıştır.”
Özü itibariyle dünyada konuşulan tüm diller aynı kaynaktan çıkmıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “Allah, Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti.”(Bakara-31) denmesi bunun açık delilidir. Hz. Âdem’e öğretilen isimler, nesiller çoğaldıkça ve dünyanın değişik coğrafyalarına dağıldıkça şimdiki hallerini almıştır. Dil araştırmalarını konu edinen Etimoloji ilmi yeryüzünde kullanılan pek çok kelimenin bu ortak kaynağına işaret etmektedir. (Kavram olarak Etimoloji, kelimelerin köklerini, hangi dile ait olduklarını, ne zaman ortaya çıktıklarını, ilk olarak hangi kaynakta kayıt altına alındıklarını, ses ve anlam bakımından geçirdikleri dönüşümleri inceleyen dil bilimi dalıdır.) Osmanlıcada buna “İlm-i İştikak” adı verilirdi. Kullanılan diller ana kaynaktan uzaklaştıkça, coğrafyanın ve iklimlerin de tesiriyle dönüşüme uğramış, yeni kelimelerle başkalaşmıştır. Bu sürecin yüz binlerce yılı barındırdığını belirtirsek bu dönüşümün oldukça yavaş gerçekleştiğini söyleyebiliriz.
Bu ilk yazımızla bundan sonra ele alacağımız konuların da çerçevesini belirlemiş olduk. Ana konularımız dil, medeniyet, kültür, edebiyat ve sanat olacaktır. Tüm kültürlerin beslendiği ana kaynağın konuşulan dil olduğunu dikkate aldığımızda neden konuya dil ile başladığımız da anlaşılmış olur. Haftaya yeni bir yazıyla buluşmak üzere Allah’a emanet olunuz.