Yeri geldikçe “bizim” internet trollerini, “bizim” gazetecileri eleştiriyoruz, “Çoğu bilmeden konuşuyor, saf taraftarlık yapıyor, bu yüzden zaman zaman davamızın imajı yıpranıyor” filan diyoruz.
Davamızı önemsediğimizden böyle yapıyoruz. Amma, şu da var ki, bizi muarız belleyenlerin durumu da pek farklı değil.
“İçler acısı” durumlarına şahit olmanız için, “anti-AKP/Erdoğan” cenahının gazetelerini, televizyonlarını, gazetecilerini, köşe yazarlarını şöyle birkaç gün takip etmeniz kafi.
Gazetelerinde her gün aynı şeyleri yazıyorlar, televizyonlarında her gün aynı şeyleri söylüyorlar. Bilgiden yoksun hallerini gizlemek için tercih ettikleri yuvarlak cümleler, herhangi basit bir konuda bile “AKP gitsin”den fazla fikirleri olmadığı için tekrar tekrar tekrar ettikleri sloganlar… Lütfen bakın, en “sivri” gazetesinden en “ılımlı” gazetesine kadar, en “baba” yazarından en “ümit veren genç”ine kadar; köşe yazılarını üstüste koyun; kurulan cümlelerin hiç değilse yüzde 60’ı birbirinin tıpatıp aynısı.
Elbette ki benzer sözler “bizim” bazı gazeteciler için de söylenebilir, söyleniyor da ve elhak doğrudur. Velakin, bizim önümüzde AK Parti gibi ufuk açmış, ufuk açıcı bir bayraktar var. Bu manada, “bizim” gazetecilerin cümleleri, sloganları bir ufkun zikredilmesinden ibaret diyebiliriz. Her ne kadar bu da sıkıntılı bir durumsa bile, “anti-AKP/Erdoğan” cephesinin sıkıcılığından bir nebze (bir nebze) kurtarıyor olabilir bizi (ki, buncağız bile “gazetecilik” başarısı değil, AK Parti’nin başarısıdır.)
AK Parti’nin bayraktarlığı sayesinde “bizimkilerde” nispeten daha seyrekse de, tüm “taraflarca” hep birlikte dökülüyoruz kısacası.
***
Hem televizyon sayfasında, hem burada defalarca yazdık: Şu her kanalda, her akşam yapılan siyasi tartışma programlarını belli bir seviyede tutmamız gerekiyor. Fikir adamları, sanatçılar, akademisyenler, teorisyenler daha sık görünsün; sürekli gazeteciler, gazeteciler, gazeteciler görmekten sıkıldık ve galiba topyekun dökülmemizin temel sebebi de bu kısır döngüdür. Tamam, gazeteciler de çıksın, konuşsun ama, bugünü, bu haftayı, bu ayı, bu seçimi… aşacak şekilde konuşmaların yapıldığı programlar artsın, ortaya şöyle veya böyle bir ufuk koymaya gayret eden kimseler daha çok çıksın, konuşsun.
(Bir de, şu “Biz gazeteciyiz, şöyleyiz, böyleyiz” tafralarını da hiç anlamam. Gazetecilik eninde sonunda bir meslek ve bir meslek olarak sözgelimi kunduracılıktan üstünlüğü nedir, bilemiyorum. Şimdi, “Dünyanın tüm gazetecileri aynı anda iş bıraksa ne olur bilinmez amma, dünyanın tüm kunduracıları aynı anda iş bıraksa çıplak ayakla gezmek zorunda kalırız” desem, gazeteciliğin bir meslek olarak bile insanlık tarihinde nevzuhur bir şey olduğunu, bu manada kunduracılık gibi kadim bir meslekle kıyas dahi edilemeyeceğini söylesem şaka yaptığımı zannedersiniz; söylemiyorum o yüzden.)
Velhasıl, sızlanıyoruz zaman zaman, fakat mevzubahis maraz “bize” has değil. Dolayısıyla, marazın sebeplerini davamızda aramak hatadır. Bu maraz nedeniyle bize vuranlara karşı kendimizi değil de davamızı savunma gayretine girmek de hatadır. Maraz, davamızdan çıkmadı; onu tedavi edeceksek en başta bunu bilmeliyiz. Aksi halde kendimizle birlikte davamızı da uçuruma sürükleriz; Allah esirgesin.