Genç insan bil ki;

İslâm’ın gönüllere ektiği güzel tohumlardan bir tanesi de ALLAH korkusudur. Bu tohum, toprağı yaran bir nimet gibi gönülde yeşerir ve başak verir. Böylece, binlerce hikmet ve hakikat âlemi teşekkül eder. Artık;

Kalp Allah’ın havfiyle her türlü kötü düşünceden arınır.

Gönül gözündeki perdeler kalkar, sırlar çözülür, Hakk’a giden kapılar açılır ve hikmetler lisana dökülür.

Bakış bir başka, görüş bambaşka, kullara davranış ise daha da başkadır.

Kendisine ulaşan her şeyi; korku süzgecinden geçirir, ümit kabına koyar, aşk mayasını katar, kendisine ve etrafına Hak aşını sunar. İşte onların halleri ve Rabbin müjdeleri:

“- Kendi gölgesinden başka gölge olmayan (Kıyamet gününde) Allah yedi kişiyi kendi gölgesinde gölgelendirir:

1- Adil devlet başkanı,

2- Allah’a ibadetle yetişen genç,

3- Mescitten çıktığı zaman tekrar dönünceye kadar, kalbi oraya bağlı olan adam,

4- Allah yolunda sevişen, bu sevgi ile birleşen ve bu sevgi ile ayrılan iki kişi,

5- Allah’ı tenha bir yerde zikredip gözlerinden yaş akıtarak ağlayan adam,

6- Güzel, soylu bir kadın kendisini davet ettiğinde: “Ben Allah’tan korkarım” diyen kimse,

7 – Sadaka verdiğinde, sağ elinin verdiğini, sol eli bilmeyecek şekilde (sadakasını) gizleyen kimse.” (Buhari, hudûd 19, ezân 36)

Allah korkusu gibi en büyük jandarma ve polis teşkilatını gönlüne yerleştiren insanı bir düşünsek… Her nerede, hangi şartta olursa olsun, kendisini gözetleyen bir büyük ZÂTI unutmayacaktır. İşi ve aşı hep O’nunla olacaktır. Kalplere ekilen bu büyük tohum, insanların yaşayışını en olgun seviyeye çıkarır. Gönüllerde en büyük mahkeme, en büyük Hâkimin huzurunda daima kurulmuş durumdadır.

İşte bu özelliğinden dolayıdır ki, takva, cemiyet hayatında ahlâkî müeyyidelerin en önde geleni olur. Çünkü her insanın başına bir polis dikmek mümkün değil ama her kalbe yani vicdana sevdiği ve çekindiği Rabbinin korkusunu yerleştirmek mümkündür.

“Ağaç yaş iken eğilir” atasözüne uygun olarak eğer yavrularımız, ilkokuldan itibaren Allah inancı, sevgisi ve O’nun sevgisini kaybetme korkusuyla yetiştirilecek olsa ne güzel olur. Haksızlık, hayâsızlık, hırsızlık ve anarşi kısa zamanda kesilir. Ahlâken yükselen bir millet de her konuda ileri gitmeye namzettir. Zira gönüllerdeki Allah korkusu buna yetecektir. Milli şairimiz Akif’in dediği gibi:

“Ne irfandır veren ahlâka, yükseklik ne vicdandır,

Fazilet hissi insanlarda, Allah korkusundandır.”

Gönülleri İslâm’ın nuruyla canlandırmak ve sonra da hidayet ve rahmete kavuşmak kulluğun zirvesidir. Dünya ve bilakis âhiret saadetidir. İşte Mevlâmızın mübarek müjdeleri:

“- Hidâyet ve rahmet o kimselere mahsustur ki, onlar Rablerinden korkarlar.” (7 A’raf 154)

Rabbinden korkan ve O’na hesap verme kaygısı olan insanın, cemiyet hayatındaki uyumlu yaşayışı gerçekten en üstün meziyettir. Böyle kullara muttaki yani TAKVA SAHİBİ denir. Yaşadığımız çevrede az da olsa görülebilen; ibadet ehli, nur yüzlü, doğru ve dürüst, hakkına razı, kanaatkâr ve tevekkül ehli, insanlara yardım ve nasihat eden bir insan hepimizin güvenini sağlamaz mı? Şu hal ve sıfatlara bir bakın genç kardeşlerim! Böyle mü’minlerin çok olduğu bir cemiyet hayatını hayalinizde canlandırabiliyor musunuz? Hayalinizde dedik ama tabii ki hayal değildir bu hayat. Zira nice zamanlarda yaşanmış ve tarihe binlerce şeref levhası kaydetmiştir.

Böyle bir toplum için; gönülleri Allah aşkıyla yoğuran, Hakk’ın rızasını halka, Hak emirlerini sunmakta arayan, gönül gözüyle âlemde binlerce sır keşfedebilen siz gençliğimizin artması gerekir. Sevgi, şefkat, hizmet ve Rasûlullah (sav) Efendimiz’in sünneti sizin şiarınız olsun. O zaman kâinat sizin önünüzde eğilmeye mecbur olacaktır.

EN DEĞERLİ OLAN KİM?

Genç insan yine bil ki;

Takva ehli insan, ne renginden dolayı insanları aşağılar ve ne de fakirliğinden dolayı onları hor görür. İnsanların değer verdiği mevki ve mertebelere aldırış etmez. Bilir ki;

ALLAH’ın nezdinde en değerliniz, ALLAH’tan en fazla korkanınızdır.” (49 Hucurât 13)

İsterseniz bu mevzuyu Ashab-ı Kiram’dan yaşanmış bir hadiseyle pekiştirelim. Şöyle ki:

Hz. Peygamber (sav) Efendimiz’in Habeşli siyahî müezzini büyük insan, ilk müezzin Bilal-i Habeşi (r.a.) ile Gıfar kabilesine mensup coşkun ve fakir bir hayat yaşayan Ebu Zerr-i Gıfari (r.a.) arasında geçen bir hadise. Bu olay, hem insanların ancak takva ile yükselebileceklerine ve hem de İslâm’ın kardeşliğine güzel bir misâldir:

Ebu Zerr (ra) bizzat şöyle anlatır: Bir kere bir kişiyle münâkaşa ettik de, onu anasından dolayı ayıplamıştım. Nebiyy-i Mükerrem (sav) bana buyurdu ki: “Ey Ebu Zer, onu sen anasından dolayı mı ayıplıyorsun? (Demek ki) sen, içinde (henüz) cahiliyet ahlâkı kalmış bir kimse imişsin.”( Buhari, iman 22)

Hz. Ebu Zerr’in (ra) bahsettiği zat Hz. Bilal-i Habeşi’dir. Ona:

“Siyah kadının oğlu” demiş. Efendimiz’in (sav) ikazlarından sonra ise o, Bilâl’in (r.a.) evine giderek başını yere koymuş ve şöyle demişti:

“Bilal ayağıyla yüzüme basmadıkça, yanağımı eşikten kaldırmayacağım.”

Bu güzel özürden sonra, Hz. Bilal, onu yerden kaldırarak kucaklamış ve şöyle diyerek helâlleşmişlerdi:

“Bu yüzler çiğnenmeye değil, öpülmeye lâyıktır.”

İnsan hata yapabilir. Günah işleyebilir. Önemli olan hatasını anlaması ve ondan bir an önce dönmesidir. Bir hatadan birçok ibret alması ve güzel neticelere ulaşmasıdır.

Buraya kadar anlatılanlardan şu netice ortaya çıkıyor:

İslam toplumunda insanları tartan biricik terazi: TAKVA’dır.

Üstünlüklerini belirleyen yegâne ölçü birimi yine; TAKVA’dır.

Kur’an-ı Kerim de, en başında o takva sahiplerinden bahsetmiyor mu?

“Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla;

1-  Elif, Lâm, Mîm.

2-  İşte o kitap, bunda şüphe yok;(muttakiler) korunacaklar için hidâyetin tâ kendisidir.

3-  Onlar ki, ğayba iman edip namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak ederler.

4-  Ve onlar ki, hem sana indirilene iman ederler hem de senden evvel indirilenlere. Âhirete de kesin olarak inanırlar.

5-  Bunlar, işte Rablerinden bir hidayet üzerindedirler ve işte bunlar, o felaha erenlerdir.” (2 Bakara 1-5)

Zira onlar Allah’u Zü’l-Celâl’in sevgisini ister:

“- Muhakkak ki ALLAH, takva sahiplerini sever.” (3 Âl-i İmran 76)

O halde Genç İnsan;

O takva sahiplerinden olmaya bak!