İlahi vahyin özü iyiliktir. Özünde iyilik bulunan her şey dinin içindedir. Özünde kötülük barındıran hiç bir şey ise dinden değildir. Ve iyilik izafi olmayandır. Muhtelefünfih değil muttefekun aleyhtir. Saf akıl ve yozlaşmamış fıtrat için iyi, “çağ”lara ve “bağ”lara göre değişmez. Zamanın başında hayır olan tarihin sonunda da hayır olarak kalacaktır.

İyilik piramidinin en tepesinde iki emir vardır. Okumak ve okutmak. Okumak, kendi içinde ve dışında olanı okumak. Okutmak, okuyup ayırdına vardığını ötekilere duyurmak. Allah vahiyle müşerref kılarak değerini yücelttiği son beşerden okumasını böylece fark etmesini ister. Sonra da içselleştirdiği ve başının tacı kıldığı “hayra daveti” emreder. Dolayısıyla ilk iki iyilik birbirinin mütemmim cüzüdür.

Allah’ın son elçisi, altmış üç yıllık ömrünü dünyada iyiliğin hakimiyetine vakfetmiştir. Risalet’ten önce de sonra da yaşantısı doğrusaldır. Çünkü doğrulardan müteşekkildir. Sadece Cibril O’nu ziyaret ettiğinden beri artık ne yaptığından emindir. Emin Muhammed, Mümin Muhammed’e terfi etmiştir. Söz yukarıdan gelse de aşağıdan seslenmiştir muhataplarına. İnsanlara çağrısının özeti, “öze dönüş”tür. Öze dönmek, uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra eve dönmek gibidir.

Peki onun vefatıyla birlikte “çağrı”sı son mu buldu? Onun çağırdığına çağırmak ve onun davetini dava edinmek işi onunla toprağın altına mı gömüldü?

Sokaktaki çocukları şimdi eve kim çağıracak? Yetimlerin başını şimdi kim okşayacak? Birbirinden her geçen gün biraz daha uzaklaşan ellerimizi kim cem edecek? Bizi yeniden kim karındaştan öte kardeş kılacak? Gerçek özgürlüğün O’na tutsaklıktan geçtiğine bizi kim ikna edecek? Unuttuğumuzu bize kim hatırlatacak? Yitiğimizi kim getirip önümüze koyacak? İmanı ve cihadı, aşkı ve kavgayı bize kim öğretecek? İnsanı/insanlığıkendine kim getirecek?

Hiç kuşkusuz bu “mukaddes miras” ümmete tevarüs etti. Tarih boyunca O’nun yolunu yol edinen takipçileri bu terekeyi terk etmedikleri gibi onu İ’lay-ı Kelimetullah şeklinde sloganlaştırıp yaşam felsefesine dönüştürdüler. Onlar türlü badireler atlattılar; lakin emanete sadakatten vaz geçmediler. İhanetler, cinayetler, kirli siyasetler, hileli ticaretler, kargaşalar, paylaşamamalar, adaletsizlikler, hukuksuzluklar, yolsuzluklar, yolunu bulmalar, ahlaksızlıklar… İnsanı insan yapan tüm değerleri zaman zaman ve kısmen terk etmeler hep yaşansa da içlerinden ümmet-i vasat olan, hakkı tutup kaldıranlar eksik olmadı. Onlar önce kendi civarında sonra başkalarının diyarında iyiliği emredip teşvik ettiler. Kötülük mevzu bahis olduğunda önce kendi nefislerinde sonra başkalarının enselerinde boza pişirmekten geri kalmadılar.

Peki ya bugün!

Modern çağların Müslümanları, dağların bile omuzlayamadığı bu emanete eman vermemenin nasıl bir felaket yarattığının farkındalar mı?

İyiliğe bir sms ile ses vermek şerri bastırmaya kifayet eder mi? Şerre tepkiyi bir fotoğraf karesine hamletmek kafi mi? İyiliğe eskimiş kıyafetler giydirmek çıplaklığı örter mi? Nemrutların dedikodusunu yapmak İbrahim’in ateşini söndürür mü? Musa’yı alkışlamak Samiri’nin yeteneklerini köreltir mi?“Eve lazım olan camiye haramdır” diyerek eve yığmak tekasür değil mi? Bunları yazmak şerri azdırır mı azaltır mı? İyilik adına yaptıklarımız gerçekten yeterli mi?

Ne dersiniz?