Gün geçmiyor ki ailenin, toplumun, devletlerin geleceğini tehdit eden yeni bir durumla ve onun kavramsallaşmış yüzüyle muhatap olmayalım.

Sosyolog Amy Blackstone da “Gönüllü çocuksuzluk” çalışmasıyla katılıyor bu kervana.

O, elbette sadece var olan bir durumu tanımlıyor bu kavramıyla ve bizim için çok daha görünür kılıyor karşı karşıya olduğumuz hatta yanı başımızda yaşayan gerçeği.

Öyle anlaşılıyor ki kendisi de fedakâr anne ve babaların -istisnalar elbette olabilir- çocuğu olan; sayıları gittikçe artan bu insanlar, aynı fedakârlığı bir çocuk için göstermeye yanaşmıyor.

Hayatlarına bir çocuğun sorumluluğunu almaktan korkuyorlar ya da ona vakit ayırmanın kendi konforlarını bozacağına, kariyerlerini aksatacağına inanıyorlar.

Bu insanlar aslında başka bir yönüyle de çok bencilce bir tavır sergiliyorlar.

Bir an dünyadaki bütün insanların, “Gönüllü çocuksuzluğu” tercih ettiğini düşündüğünüzde, bu bencilliğin ne demek olduğu çok daha net anlaşılacaktır.

Sahiplenilen tutumun ne denli bir yok oluşa sebebiyet vereceğini ve o durumda da benimsenen tutum vesilesiyle elde edileceklerin nasıl anlamsızlaşacağı çok daha açık olarak ortaya çıkacaktır.

Yani şunu demek istiyorum; hiç kimse çocuk istemediğinde kariyer, sanat, bilim ve diğer çabalar kim için olacak ya da kime sergilenecek?

Yok, eğer mantık şu ise o da çok bencilce değil mi?

“Ben değil ama başkaları çocuk yapar ve onlar da benim için hayranlık duyar, çalışmalarımı takip eder, satın alır, egomu beslerler; dahası, bana hizmet eder, vatanı korur, teknolojiyi vs. benim için hazır hâle getirirler.”

Oh, ne âlâ memleket!

Onlar, dünyada aynı anda bütün insanların aynı kararı alamayacağına olan inançla bu şımarıklığı bir tutuma dönüştürüyorlar.

Aksi hâlde yukarıda zikretmeye çalıştığım vahim sonucu satın alamazlar bir hiç olma pahasına!

Tıpkı Noam Chomsky’nin, medyada oluşturulan “Rıza imalatı” vurgusundaki gibi artık pek çok şey de suni ve fabrikasyon üretimlerle ortaya çıkıyor.

Mutluluğu, korkuyu ve daha nicelerini imal ediyoruz artık.

Bir endüstri ürünü olan her türden duygu, artık üretim fazlalığı sebebiyle etkin bir pazarlamaya da ihtiyaç duyduğu için çok sofistike araçlarla ve “nöro pazarlama” teknikleriyle pazarlanıyor.

Hiç ihtiyaç duymayacağımız şeye karşı dahi bir rıza imalatı satın alabiliyoruz.

Velev ki bu rıza gösterdiğimiz şey sonumuzu getirecek olsa dahi.

LGBT gibi sapkın hareketlerin tehdidi altında olan insan nesli, bir yandan da kendisini çok daha akli ve mazereti kabul edilir gibi duran hareket biçimlerinin dayatmalarına uğruyor.

“Yeni bir bağımsızlık hareketi” gibi, kulağa hoş gelen sloganlarla duygulara hitap eden bu “zehirli anlayışlar” kime ve neye karşı bağımsızlık ilan etmişlerdir?

Söz konusu anlayışlar; cevabı doğru yerden verdiğinizde tükenecek olan soyuna, artık koruyucusu kalamayacağı için işgal edilecek vatanına ve bilumum kendisini bağımsız kılanlara karşıdır.

Topyekûn bir yok oluş, bir bağımsızlık ise denecek bir şey yok tabii böylelerine.

Çocuğu sadece yük ve stres olarak gören, zamanından çalacak bir meşgale gibi tanımlayan bu gafiller; katacağı sevgiden, zenginlikten zerre kadar nasibini alamamış yitik ruhlardır bana göre.

Anlaşılmayı beklerken anlamayan, geleceğini dahi göremeyen kadük kafalardır bunlar.

“Bizden gezegeni dolu tutmamız bekleniyor.”

“Çocuğuma bakıp da sen benim başıma gelen en güzel, en olağanüstü şeysin. Aynı zamanda da sonumu getiren ölüm çanısın demek istemiyorum.’’

“Hiçbir zaman çocuk sahibi olma gereği duymadım ve eksikliğini hissetmedim. İşime her zaman, her şeyden çok önem verdim.’’

Bahsettiğim o gafil ağızlardan çıkan bu gerçek cümleler, bunun en güzel ispatı değil mi?