Coğrafyanın yüzyıldır sayıları katlanarak büyüyen viranelerine dur demek elimizde. Yeni viraneleri izlememek için yarının problemlerinin önünü bugünden almak için kafa yormak gerekir.
Coğrafyadan yükselen ağıtlar, kendi kendimize iç çekişlerimiz ve ülkedeki iç çekişmelerimiz kaderimiz değil. Pragmatist bir bencilliği olanlar değil, ancak gayret, hamiyet ve adalet derdi olanlar toplum adına reçeteler üretebilir.
Kulaklarımızda yer eden ağıtların yerini, gelecek kuşakların neşeli cıvıltılarının doldurmasını istiyorsak hep birlikte geçmiş 300 yılın, 150 yılın, 100 yılın sorgulamasını, başarabildiklerimizi, başaramadıklarımızı tartışmamız gerekiyor. Başarıları kendi hanemize yazıp, tembellikleri ve başarısızlıkları ise kader deyip Allah’ın hanesine yıkmaya kalkışmak coğrafyamızın günlük rutinlerinden.
Üretmekte yetersiz üniversiteleri, dışa bağımlı teknolojisi ve olayların arkasından sürüklenen reaksiyoner zihin dünyasıyla Müslüman halkların yaşadığı ülkeler, üretmek bir yana, başta körfez ülkeleri olmak üzere dünyanın en iyi tüketicileri olarak varlıklarını sürdürüyorlar.
Allah vergisi petrolü bitmeyecek bir kaynak zannederek bencilce tüketiyor, üretim ve sanayileşme odaklı bir dönüşümün kaldıracı olarak kullanamıyorlar. Biz ise insan kaynaklarımızı kullanmakta aynen güney komşularımızın petrol kullanmadaki rahatlık ve hoyratlığı gösteriyoruz.
Aslında hepimizin bildiği değişmez reçetenin bir kısmını İstiklal Marşı şairi M. Âkif yüz yıl öncesinden önümüze sürüyor:
“Çalışmak!.. Başka yol yok, hem nasıl? Canlarla, başlarla.
Alınlar terlesin, derhal iner mev’ud (vadedilen) olan rahmet.”
Unutmayalım ki, bugün karşılaştığımız problemlerin çoğu, dün gösterdiğimiz tembelliklerin veya ihmallerin ürünüdür. Kuşkusuz, yaşanan trajedilerin ve veballerin herhalde bir kısmından da olsa bugüne kadar başaramadıklarımız, üretemediklerimiz, meydana çıkaramadıklarımız için sorumluyuz.
150 yıl önce Ziya Paşa’nın şiirindeki tespitleri, sanki bugünü tasvir ederken yüzyıldır dertlerin değişmemiş olduğunu bize hatırlatıyor:
“Diyar-ı küfrü gezdim beldeler, kâşaneler gördüm,
Dolaştım mülk-i İslâm’ı, bütün viraneler gördüm”
Coğrafyanın yüzyıldır sayıları katlanarak büyüyen viranelerine dur demek elimizde. Yeni viraneleri izlememek için yarının problemlerinin önünü bugünden almak için kafa yormak gerekir.
Bazen karamsar bakıyor veya kendi moralimizi bozuyor olabiliriz, ama, gerçekçi olmak zorundayız. Önce kendimize, sonra da bütün coğrafyaya bir model oluşturmak ve bunu yaparken de her fırsatta tekrar etmeye çalıştığımız konular olarak üzere bize neler düşüyor.
Bunun için hangi konularda yoğunlaşılmalı? Stratejik bakımdan hangi noktalarda kendimizi yenilememiz gerekiyor? Tabii ki, problemleri tespit edip kabul etmeden onlar için çözüm üretmek de mümkün değil. Tespit etmeden, bilmeden konuşarak çözümler ileri sürmek, “bilmek” ile “bildiğini zannetmek” kadar birbirinden uzak mesafelerde.
Öncelikle kendi ülkemizde milli hedefleri olan, teknoloji üretebilen, insani, vicdani, fikri, ahlaki bir zemini oluşturmak; adalet ve hukuka dayalı bir sistem kurmayı bir hedef olarak tayin etmek ve bunun için de evvela bunun önündeki fikrî ve psikolojik engelleri kaldırarak düşünce üretim zemini inşa etmeyi tartışmalıyız.
Bir kere, her zamanın en ciddi meselesi olan yerli üretim konusunu, ülkenin en temel başlıkları arasına acilen taşımalıyız. Üretim yokluğu veya eksikliği, sanayi devriminden bu yana en temel meselelerimizden. Bu işe nereden başlamalıyız?
Zanlarla ve algılarla değil, somut verilerle başlamak bizleri yanılmayacaktır. Bugün üretimde az çok mesafe kat etsek de yine de “çuvaldızı kendimize batırmamız” gerekiyor. Son 15 yılda otomobillerimiz için yurtdışına ödediğimiz 103,8 milyar Dolar ve cep telefonuna ödediğimiz 23,4 milyar dolar iken biz ancak ülkedeki sıcak gündemi sorgulamakla meşgulüz.
O halde, önümüzdeki yılları ekonominin yeniden yapılanmasına, yerli üretimi en azından küçük sanayiden başlayarak büyütmeye ayırmalıyız. Öncelikle iç piyasa ihtiyaçlarını karşılamak için, sonra da bütün dünyayla rekabet edebilir standartlarda, talep edilebilir kalitede bir cep telefonu, bilgisayar ve otomobil “marka”sı üretmek başlangıç için en doğru nokta olabilir.
Savunma sanayiinde, henüz seri üretimi olmayıp deneme aşamasında da olsa atılan her adım yüreğimizi hoplatıyor. Çünkü ilk defa milli üretim kapısı aralanıyor.
İlaç üretiminde neredeyse %100 oranında dışa bağımlıyız. Bunun gerçek bir gündem olması ve alternatiflerini bulmanın yollarını araştırmak gerekmez mi?
Kamu yönetimi reformu, güçlü, planlanmış ve hayata dokunan bir millî eğitim politikası, nakış nakış örülmüş bir kültür politikası, üretim odaklı bir yükseköğrenim politikası oluşturmalı ve icra etmeliyiz.
Bütün basın-yayın, görsel medya seferber edilerek Kürt kökenli vatandaşlarımızı PKK’nın propaganda alanından çıkarmanın yollarını aramalıyız. TRT6 bu noktada önemli bir adım olmuştu.
İçeriğini bir başka yazıya bırakarak ülkenin en hayati konulardan olan “Alevi açılımı” konusunun tamamlanması gerektiğini, karşılıklı önyargı ve yanlış anlamaları giderecek bir zeminin acilen inşa edilmesi ve bu konudaki yüzyıllık gecikmelerimizi hatırlayarak vakit kaybetmeden işe girişilmesi gerektiğinin farkında olmalıyız.
Önceki yazılarda da ülke içinde uzlaşma ile kastettiğim hususlar; siyasi, etnik, mezhebî veya kültürel farklılıklara rağmen yanyana yaşayabilmek için gereken medenî zeminin kurulmasıdır. Ekonomik büyümeyle eşzamanlı olarak daha iyi bir Türkiye için yukarıda sayılan diğer hayatî unsurları da dikkate almamız gerekiyor.
Ancak dikkat çekilmesi gereken konulardan birisi de yerli üretimden, ilaca, savunmaya, eğitim, hukuk ve dış politikaya kadar çok farklı alanlardaki birkaç yüzyıllık açığımızın, 5-6 yılda kapatılmasının mümkün olmadığı, yani aceleciliğe prim vermememiz gerektiğidir…