Geçtiğimiz aylarda ‘Aşka Özgürlük’ diye bir film izlemiştim. ‘Aşka ve adaletsizliğe dair gerçek bir hikaye’ açıklamasıyla izleyiciye sunulan filme hem konusunu okumadan hem de fragmanını izlemeden gitmiştim. Basın gösterimlerine giderken herhangi bir önyargıya kapılmamak için genelde öyle yapıyorum zaten.

Film ilerlemeye başladığında işin rengini de görmüş oldum. Aşka Özgürlük, iyileşmesi mümkün olmayan bir akciğer hastalığına yakalanan polis dedektifi Laurel Hester’in gerçek hayat hikayesine odaklanıyormuş.

Laurel Hester 2005 yılında akciğer kanseri olduğunu ve günlerinin sayılı olduğunu öğrendikten sonra emeklilik gelirinin, birlikte yaşadığı eşcinsel hayat arkadaşı Stacie Andree’ye devredilmesi için bir mücadeleye atılıyor.

Peter Sollett’in yönetmenliğini üstlendiği, Ron Nyswaner’in ise senaryosunu kaleme aldığı filmin başlıca rolleri Julianne Moore, Ellen Page, Steve Carell ve Michael Shannon’a ait. Nyswaner’ın kaleminden çıkan Aşka Özgürlük’ün konusu, 2008 senesinde Oscar ödülü alan kısa belgesele dayanıyor.

Özetleyecek olursak film eşcinsellerin hukuk mücadelesini anlatıyor.

Bu burada dursun.

Bu hafta vizyona giren Danimarkalı Kız adında bir film var. David Ebershoff’un aynı adlı kitabından uyarlanan Danimarkalı Kız, Lili Elbe ve Gerda Wegener’in gerçek yaşamlarından esinlenen bir aşk hikayesiymiş. Filmin yönetmeni Oscar ödüllü Tom Hooper.

Filmin başrollerinde Oscar’lı oyuncu Eddie Redmayne, Alicia Vikander, Ben Whishaw, Sebastian Koch, Amber Heard ve Matthias Schoenaerts yer alıyor.

Filmde Gerda Wegener ve Einar Wegener çifti bir oyun oynamaya karar veriyor. Einar Wegener rolündeki Eddie Redmayne kılık değiştirerek bir kadın gibi oluyor. Daha sonra bu oyunun aslında Einar’ın gerçekte hissettiği ‘kimlik’ ile alakalı olduğunu öğreniyoruz. Kısacası filmin ilerleyen sahnelerinde Einar Wegener cinsiyet değiştirerek bir kadına dönüşüyor. İçinde bulundukları ‘yüksek statülü’ topluluk bu işi çok fazla yadırgamıyor falan…

Bu arada film -En İyi Erkek Oyuncu da dahil- dört dalda Oscar adayı. Cinsiyet değiştiren bir erkek oyuncuyu bu ödüle aday göstermek de ayrı bir ironi olmuş. (Yazar burada acı acı gülümsüyor.)

Bu da burada dursun.

Hatırlar mısınız bilmem ama 2006 yılında iki eşcinsel kovboyun hikayesini anlatan ‘Brokeback Mountain’ isimli bir film girmişti ülkemizde vizyona. O zamanlar oldukça tartışılmıştı bu mesele. Brokeback Dağı, sekiz dalda Oscar’a aday gösterilmiş, 78. Oscar Ödülleri’nde Ang Lee’ye verilen En İyi Yönetmen ödülü dahil üç dalda Oscar almıştı. Aldığı diğer ödüller ise saymakla bitmez.

Bu liste böyle uzayıp gidecek. Gelelim kafamızı kemiren kurdun olduğu yere. Malum bugünlerde bir Oscar muhabbetidir aldı başını gidiyor. “Acaba Leonardo Dicaprio ödülü bu sefer alacak mı?” sorusu gündemin bir numaralı sorusu. Ön planda bunları tartışırken yukarıda adını saydığım filmlere dönüp baktım.

Eşcinselliğin filmlerde neden bu kadar ön plana çıkartıldığını son zamanlarda daha çok düşünür oldum. Eşcinsellik üzerine bina edilen filmler eşcinsellerin dertlerini anlatmak için mi çekiliyor yoksa reklamını yapmak için mi? Açıkçası mevzunun reklam boyutunun daha ağır bastığını düşünüyorum.

Bu filmlerin birçoğuna ya Oscar ödülü veriliyor ya da filmlerde Oscar ödüllü oyuncular oynatılıyor. Sonra da ‘bol Oscar’lı’ diye reklamı yapılıyor.

Sinemaya sadece bir eğlence aracı olarak bakmamak lazım.

Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı’na eskisinden çok daha fazla iş düşüyor. Mevzuyu sadece soru geldiğinde cevaplanan bir mesele olarak görmekten ziyade üzerine gidilmesi gereken ve sürekli konuşulması gereken bir mesele olarak görmesi gerekiyor. Zira gençlerin örnek aldığı kişiler haline gelen/getirilen bu oyuncuların, şarkıcıların yer aldığı filmlerin/dizilerin sayısı azımsanmayacak kadar fazla.

Mesela Diyanet’in ülkede vizyona giren filmleri hem görüntüler hem de alt metinler açısından incelediği ve değerlendirdiği bir kurulu kesinlikle olmalı. Kesinlikle!

Eğer konu ile ilgili doğru kaynaklardan alınmazsa ve net bir duruş sergilenmezse toplumsal uzlaşı imkanı kalmayacak derecede kötü kutuplaşmalara da sebep olabiliyor. O yüzden konunun ‘fobik’ olmaktan öteye taşınması ve doğru tartışılması gelecek günlerimiz için önemli olacaktır kanaatindeyim.