Hendek Savaşı’nda düşmanın çekip gittiğini gören Müslümanlar sevinmişti. Fakat evine dönen Hz. Peygamber’e (S.A.V.) zırhını çıkarmaması yönünde yeni bir emir geldi. Hz. Peygamber (S.A.V.), Bilâl-i Habeşî’yi çağırarak ikindi namazının Benî Kurayza topraklarında kılınmasını emretti; ardından silâhlarını tekrar kuşanarak atına bindi ve yola çıktı. Ensar ve Muhacir de aynı şekilde Resullulah’ı takip ettiler. Ahzâb Suresi’nin 26-27. Ayetlerinde bu sefere işaret edilir. Bu askerî seferin sebebi, Hendek Savaşı sırasında daha önce yapılan Medine Sözleşmesi’ne uymayan, düşmanla iş birliği yaparak sözlerine ihanet eden Beni Kurayza Yahudilerine bu yaptıklarının bedelini ödetmekti.

Yaklaşık üç hafta süren kuşatmanın ardından Yahudilerden eli kılıç tutanlar idam edilmiş; kadın, yaşlı ve çocuklara dokunulmamıştır. Resûl-i Ekrem’in de onayladığı bu kararın Tevrat’a uygun olduğu (Tesniye, XX/10-15), Kur’an’da da Allah ve Resulüne savaş açan ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlara verilecek cezalar arasında böyle bir hükmün bulunduğu (El-Mâide 5/33-34) görülmektedir. Hz. Peygamber’in emri üzerine, ölüm cezasına çarptırılan bütün savaşçılara infazdan önce yiyecek ve içecek verilmiş, Tevrat okumalarına müsaade edilmiştir. Kuşatma sırasında İslâm’ı seçen dört savaşçı ise idamdan kurtulmuştur.

Bugün siyonist İsrail ve ABD’nin acımasız saldırılarında soykırıma uğrayan Filistinlileri ve tüm bu soykırım devam ederken olan biteni seyretmekle yetinen Müslüman ülkeleri görünce Hz. Peygamber’in yukarıdaki uygulaması hatırıma geldi. Medine’de henüz çoğunluğu sağlayamadıkları hâlde Hz. Peygamber’e, antlaşmaya ihanet eden Yahudileri cezalandırması emrediliyor. Bıçak sırtı bir durumdayken bile sahabe tereddüt etmiyor ve emri yerine getiriyor. Bugün de siyonist Yahudiler hem tarihe hem de insanlığa karşı ihanet etmeye devam ediyor. Fakat bu ihaneti cezalandıracak tek bir mümin topluluğu ortada görünmüyor.

Hem silah hem de asker sayısı bakımından dünyanın sayılı ülkeleri arasında yer alan Müslümanların Filistin’de yaşanan soykırım karşısında eli kolu bağlı şekilde beklemesi aradaki iman farkını ortaya koyuyor. Oysa Müslümanların tek bir saniye beklemeksizin zulme uğrayan kardeşlerine yardıma koşması ilahi bir emirdir. Şu ayet bunlardan sadece biridir: “Fitne kalmayıncaya ve din de yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Vazgeçerlerse artık zulmedenlerden başkasına hiçbir düşmanlık yoktur.” (El-Bakara 2/193)

Filistin’de bugüne kadar 50 bin Müslüman katledildi. Bunların çoğunluğunu çocuk ve kadınlar oluşturuyor. 80 bin de yaralımız var. Nüfus ve coğrafyanın küçüklüğü oranlandığında II. Dünya Savaşı’ndan bu yana en kanlı ve acımasız soykırımla karşı karşıyayız. Böylesi bir ortamda İslam dünyasının bayram yapması düşünülebilir mi? Yapılması gereken, sağına soluna bakmadan “Ben varım!” diyerek zalimin bileğini bükmektir. Bu konuda hesabi davranan her ülke kaybedecektir. Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyuruyor: “Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.” Peki, o “müminler” nerede?

Dua niyetine yazımı Alvarlı Efe Hazretlerinin şu manidar mısralarıyla bitirmek istiyorum:

Cân bula cânânını / Bayrâm o bayrâm ola / Kul bula sultânını / Bayrâm o bayrâm ola

 

Hüzn ü keder defola / Dilde hicâb ref ola / Cümle günâh afv ola / Bayrâm o bayrâm ola

 

Mevlâ bizi afv ede / Gör ne güzel ıyd ola / Cürm ü hatâlar gide / Bayrâm o bayrâm ola

 

Hakk'ı seven merd-i şîr / Kalbi olur müstenîr / Allah ola destigîr / Bayrâm o bayrâm ola

 

El tuta kitâbını / Dil tuta hitâbını / Cân tuta şitâbını / Bayrâm o bayrâm ola

 

Mevlâ'yı cândan seven / Rızâ-yı Hakk’a eren / Lutf-i Hudâ'ya güven / Bayrâm o bayrâm ola

 

Ganîler ede kerem / Ref’ ola derd-i verem / Sahî ola muhterem / Bayrâm o bayrâm ola

 

Tevhîd ede zevk ile / Hakk’ı seve şevk ile / Tasdîk inerse dile / Bayrâm o bayrâm ola

 

Dildeki Rahmân ola / Derdlere dermân ola / Âzâde fermân ola / Bayrâm o bayrâm ola…