Hakk söyleyen evvel dahi menfur idi gerçi

Hainlere amma ki riayet yeni çıktı

-Ziya Paşa-

Herkes kendi vaktinden, kendi zamanından ve kendi zamanında yaşayanlardan şikâyet ediyor kâri. Hani bir bilgenin “insan, insanın kurdudur” dediği vakitten bilmem ki kaç asır geçti. Lakin sözde hakikat vardır. Demem o ki insan halen dahi kurdudur insanın. Doğru lakin bunca şikâyete ve bunca olana karşı ibret almadığımız da doğudur.Ve doğruyu söyleyenlerin hiçbir vakit verilmemiştir hakkı. Doğruyu söyleyenler, hakkı konuşanlar dışarıda bırakılmıştır, mecbur edilmiş ve hatta bir anlamda tecrit edilmiştir. Yani hakkı söyleyenin payına her vakitte yalnızlık düşüyor.

Ve o yalnızların gösterdikleri yere bakmıyoruz biz hiç ve görmüyoruz. Görmek için evvela gözkapaklarını kaldırmak gerekir kâri. Biz böylesi bir zahmete bile girmiyoruz. Gözlerimizin önünde kara eller kapalı bizim. Önce gözlerimizi kapatıp sonra “bak” diyorlar. Yani köre “gör” diyorlar. Karanlığı aydınlık zannediyoruz ya biz. Meriç’in dediği gibi “Her aydınlığı yangın sanıp da söndürmeye koşan zavallı insanlarım… Karanlığa o kadar alışmışsınız ki yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi…” Oluyoruz, vallahi oluyoruz. Karanlıktan çıkınca ışıktan gözleri kamaşan adamlar gibi tekrar karanlığımıza dönmek istiyoruz. Zira alıştırdılar gözlerimizi, beynimizi ve zihnimizi. Esas korktuğum gönlümüzün de o karanlığa alışmış olması… O kör kuyuda kalıp da kuyunun unutulmuş olması korktuğum.

O kuyuda daha kaç vakit kalacağız ki biz. Etrafımızda bunca ihanet, haset ve düşman varken halen dahi inanacak mıyız söylenenlere? Görmeyecek miyiz? Ya da en azından bakmayacak mıyız ışığın geldiği tarafa? Bize “körsünüz” diyorlar. Göremezsiniz. Biz kör değiliz, yalnızca gözlerimiz kapalı bizim. Yüzümüzü batıya döndük ve batı denen puta “tapar” olduk ya o günden beri güneş ardımızdan vurunca gölgelerimizi büyük gördük ya bir kez zannettik ki ardımızda kalanların hepsi silindi gitti. Öyle söylediler biz de inandık. Dümdüz, lafı hiç eveleyip gevelemeden ve sözü dudaktan sakınmadan söylüyorum kâri; “Batı” dediğin bir puttur. Ve her putun olduğu gibi bu putun da kırılması gerekir. Bunca üzerimize gelmeleri inan ki o putu kırmaya gayret ettiğimizdendir. Zira gözlerimiz güneşe alışmaya başladı. Bir asırdır sırtımızı döndüğümüz kıbleye yüzümüzü döndük yavaş yavaş da ardımızda neleri bırakıp geldiğimizi, kimleri terk ettiğimizi görür olduk. Ama onlar görmeyelim istiyor. İlla göreceksek de ölelim istiyor. Ölelim ama görmeyelim.

Biz bu yalan sevdada çok şeyi terk ettik. Batı diye bir sevgili koydular gözlerimizin önüne, celladımızı aşık ettiler bizi ve biz kör bir aşkla ona bakarken kıymete değer ne varsa aldı da götürdüler ellerimizden. Kazandığımızı zannettiğimizde kaybettik biz. Ve elindeki altınları verip de yerine parlak plastikler alan Kızılderili kadar da masum değildik. Ve mefkuremizi, medeniyetimizi, derdimizi verip de bir put aldık kendimize; “batı”…

Herkes kendi vaktinden şikâyetçi dedim ya sana. Yani bu dert her vaktin derdi. İşte Ziya Paşa ne güzel hülasa ediyor;

Milliyeti nisyan ederek her işimizde

Efkâr-ı Firenge tebaiyet yeni çıktı

Eyvah! Bu baziçede bizler yine yandık

Zira ki ziyan ortada bilmem ne kazandık.