Günümüzde, insanı başarısızlığa mahkûm eden bir anlayış var; “Mutlaka başarmalısın” anlayışı. Çocuğun sınavdan düşük not alması, bir derste istenilen seviyeye gelememesi, kazanması beklenirken kaybetmesi; çoğunlukla biz anne babanın krize girmemiz anlamına geliyor. Çocuklarımızın başarısız olmalarını kendimize yakıştıramıyoruz ve kişisel algılayarak “ben nerede hata yaptım”, “ilgilenemedim mi”, “neden yüksek not almadı” gibi kaygılarla, biz anne babalar birbirimize düşebiliyoruz. Bir de “el ne der” anlayışı devreye giriyor. Falancanın oğlu ya da kızı başarısız olmuş denmesinden rahatsız oluyoruz. Çocuğu da “istesen yaparsın, çok zeki bir çocuksun ve fakat istemiyorsun” diye suçluyoruz.
Başarısızlık nedir?
Son derece yanlış anlaşıldığı için hayatımızda ciddi tahribatlara yol açan bir kavramdır. Bu, sonuca odaklı ve süreci es geçen bir anlayışın tezahürüdür. Beklenilen sonuç alınamayınca “başaramadı” deriz. Peki, insan deneye yanıla hayatı yaşamaz mı? Bir çocuk düşe kalka yürümeyi öğrenmez mi? Her işin bir acemiliği yok mudur? Yapamadıkları, bilmediklerini öğretmez mi? İnsan eksik ya da yanlış yaptığında geri dönüp bakacak ve oradan bu başaramamanın sebebini öğrenip eksiğini tamamlayacak. Bu böyle olmadan, insandan nasıl her seferinde yanlışı olmadan işlerini tam yapması beklenebilir? Olmayınca da adına başarısız denir? Bu bir insanın heyecanını ve devam etme arzusunu bitiren çok engelleyici bir yaklaşımdır. Gerçek başarısızlık, “başaramam” korkusuyla başlamamaktır. “Yürümeyen ayağa taş dokunmaz” demiş büyüklerimiz. İnsan yürüyecek ki ayağına taş da dokunacak, düşecek de. Ancak bu anlayışla başaramazsam korkusunu yenebiliriz çünkü başaramama korkusu adım attırmaz.
Peki doğrusu nedir?
Doğrusu; başarısızlığın, başarıya giden yolda bizim öğretmenlerimiz olduğunu ve o kişinin yürümeye devam ettiğinin ve ilerlediğinin olumlu bir ifadesi olduğunu görmemizdir. Düşmesi, kişi kalkarak ilerlemeye devam ettikçe, önceki hâline göre daha güçlü yapar. Her başarısızlık; ilerleme gücünü artırır; çünkü öğretir. Her sıkıntı, kişiyi olgunlaştırır ve yürüme azmini artırır. Daha iyisini yapabilmek için başaramadıklarımız bize yol haritası sunar. “Şuna dikkat et”, “bu tarafa daha çok odaklan”, “bir de bu şekilde yapmayı dene” der. Bizimle konuşur. Düşmenin, başaramamanın aslında bizimle derdi yoktur. Fakat yürüyenin veya onun yürümesini sürekli takip edeninin düşme ve başaramama ile sorunu vardır. Çünkü fotoğrafı doğru okuyamıyordur. Hâl bir şey söyler, zihin ise kendi aklındakileri duyar.
Başaramayana ne diyelim?
Öncelikle hareket hâlinde olduğu, denediği ve gayret ettiği için tebrik edelim. Başarısız olunmadan başarının yakalandığı neredeyse görülmemiştir. Bunu ifade edelim. Ondan sonra da “bu durum sana ne öğretti ona bakalım” diyerek, “daha iyi sonuçlar için alınan dersin rehberliğinde hareket edebilirsin” diyelim. Başaramamanın çok normal ve gerekli olduğunu ve bu olmadan başarılı olmanın mümkün olmadığını anlatalım. Başaramadıklarımızdan ders çıkarmaya ve kaldığımız yerden devam etmeye odaklanmamız lâzım geldiğini ifade edelim. Kendi başaramadıklarımızdan da örnekler vererek, başaramamanın ilerlemenin ve öğrenmenin normali olduğunu gösterelim. Böylece, başarı ve başarısızlık kavramlarına da hakkını verelim. Ve bilelim ki, “Yaşananlardan öğrenmeyenin öğreneceği başka bir okul yoktur.”