Arap Baharı’nın en coşkulu günlerinde Mısır’da Tahrir Meydanı’nı dolduran coşkulu kalabalığın baskıları Hüsnü Mübarek’in görevini bırakmasını sağlayınca El-Kaide gibi şiddeti metot olarak benimseyen örgütlerin söylemlerinin iflas ettiği ve diktatör yönetimleri barışçıl yollarla değiştirme döneminin başladığı yorumları yapılmıştı.

Arap entelektüeller; gençlere diktatörlerden kurtulmak için şiddete ve teröre bulaşmaya gerek olmadığını, halkın sokaklara inerek protesto gösterileriyle de hükümeti devirebileceğinin görüldüğünü söylüyorlardı.

Arap Baharı devrimlerinin barışçıl yollarla değişimin önünü açarak en büyük darbeyi söz konusu örgütlere vurduğu ve yeni bir dönemin kapılarının açıldığı yazılıp konuşuluyordu.

Diktatörlerin devrilmesinin ardından demokratik seçimlerin yapılması ve iktidarın artık halk iradesiyle belirlenmesi umuluyordu.

Fakat beklenen olmadı ve vadedilen barışçıl değişim gerçekleşmedi.

Suriye’de rejim devrilmek üzereyken Rusya ve İran’ın desteğiyle yeniden toparlandı.

Mısır’da halkın özgür iradesiyle seçilen Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi kısa süre sonra ordu tarafından askeri darbeyle görevden alındı ve mahkeme salonunda hayatını kaybetti.

Yemen’de devrik Ali Abdullah Salih’e bağlı güçlerle İran destekli Husilerin başkent Sana’yı işgal ederek gerçekleştirdikleri darbenin ardından Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) seçilmiş meşru hükümete destek söylemiyle fakat gerçekte kendi planlarını uygulamak üzere başlattıkları askeri müdahale en büyük zararı demokratik bir rejim hayali kuranlara verdi.

Husilerin silah zoruyla yönetimi gasp etmesine son verilemedi ve ülke yeniden bölünmenin eşiğine geldi.

Libya’da devrim sonrası göreve gelen meşru hükümet silah gücüyle ve Türkiye’nin desteğiyle korunmasaydı savaş baronu Hafter tarafından neredeyse alaşağı edilecekti.

Tunus’ta Raşid el-Gannuşi liderliğindeki en-Nahda Hareketi devrimin kazanımlarını korumak için olağanüstü bir esneklik göstermiş ve belli ölçüde başarılı da olmuştu.

Arap Baharı devrimlerinin kıvılcımını yakan Tunus’un diğer ülkelere örnek olabileceği ifade ediliyordu.

Cumhurbaşkanı Kays Said’in olağanüstü kararlar adı altında gerçekleştirdiği darbenin ve halkın sadece yüzde sekizinin desteğiyle ucube bir sistemi dayatmasının ardından 82 yaşındaki Raşid el-Gannuşi’nin darbeciler tarafından iftar sofrasından kaldırılarak gözaltına alınması Tunus’a bağlanan ümitleri yok etti ve şu soruyu gündeme getirdi:

Gösterilen o kadar esnekliğe rağmen demokrasinin tesisi ve barışçıl yollarla iktidar değişimi mümkün olmuyorsa ve diktatörlük yeniden tesis ediliyorsa çare ne?

Arap Baharı ülkelerinde ve özellikle Tunus’ta yaşananlar sebebiyle “Arap dünyasındaki diktatörlüklerden kurtulmak ve Arap ülkelerinin halkın özgür iradesiyle seçilmiş hükümetlerle yönetilir hale gelmesi için ne yapmak gerekiyor?” sorusu yine gündemde.

Kuveytli akademisyen Hakim el-Mutayri’nin konuyla ilgili farklı bir bakışı var.

Teşhisin baştan yanlış olduğunu söyleyen el-Mutayri’ye göre öncelikle bölgenin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere ve Fransa, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da Amerika ve Rusya tarafından işgal edildiğini, hâlâ işgal altında olduğunu görmek gerekiyor.