Edirne’de Koca Sinan’ın muhteşem eseri Selimiye’den icazet aldıktan sonra Meriç Nehri’ni geçerek Batı Trakya’ya girdik. Sınırı geçince birden cahilleştik; bütün tabelalar Yunan alfabesiyle yazılı. Batı Trakya Osmanlı’nın Batıya açılan kapısı.
BATI TRAKYA
Yıl 1994 TGRT’de Prof. Dr. Mim Kemal Öke’nin sunduğu Milletin Meclisi programının yapımcı- yönetmeni olarak çalışıyorum. Her hafta Pazar günü saat 13:00’te başlayan canlı yayın 4 saat sürüyor. Türkiye ve dünya gündemine dair ne varsa konuşuyoruz. Özellikle Balkanlar ve Türk cumhuriyetlerinden konuklar çağırmaya dikkat ediyoruz. Batı Trakya her zaman gündemde; orada yaşayan kardeşlerimizin çok fazla sorunları var. Programımızda Makedonya’dan, Batı Trakya’dan, Bosna Hersek’ten konuşmacı çağırıyoruz. Batı Trakya’nın önemli ismi Dr. Sadık Ahmet sık sık konuğumuz oluyor. Bir defasında aramakta geç kamışız. Ben arayıp özür diledim ve yayına beklediğimizi söyledim. O da bana “Yarın saat 13:00’te görüşürüz” dedi. Ben “Efendim nasıl yetişeceksiniz ta Yunanistan’dan buraya’’ diye hatırlattım. “Batı Trakya’dan İstanbul’a gelmek 4 saat sürüyor. Sabah çıkarım inşallah saat 13:00’te yayındayım.” dedi. O zaman düşümdüm; bir gerçek sınırlar var bir de kafamızdaki sınırlar. Dr. Sadık Ahmet, Batı Trakya’dan İstanbul’a 4 saatte gelirken ben memleketim Erzurum’a 20 saatte gidiyorum… Batı Trakya’nın yiğit evladı Dr. Sadık Ahmet, 24 Temmuz 1995’te şüpheli bir trafik kazası sonucunda hayatını kaybetti. Allah rahmet eylesin.
Benim Batı Trakya sınırlarını geçmem için bir 10 yıl daha beklemem gerekiyormuş. Daha sonra farklı sebeplerle bu coğrafyaya defalarca gittim. 2004 yılında MÜSİAD’da oluşturduğumuz heyetle bir haftalık hem iş hem gezi maksatlı bir sefere çıktık. Sanıyorum 40 kişi idik. Bu seyahatin en önemli taraflarından birisi Prof. Dr. Haluk Dursun hocanın ve Eman Tur’dan Mustafa Saraç’ın rehberliğinde olmasıydı. Haluk hocayla otobüse binince bir pazarlık yaptım. Hoca arabanın ön koltuğunda sağda ben ise solda oturuyorum. Yol boyunca arabada olduğumuz sürece Haluk hoca balkanları anlatacak, araçtan indiğimizde anlatılan mekânı biz kendimiz dolaşacağız. Haluk hoca bu seyahatte bize bir ansiklopedi genişliğinde bilgiler anlattı. Hala o seyahate katılan arkadaşlarla karşılaşınca güzel hatıraları yâd ederiz.
GÜMÜLCİNE
İstanbul’dan çıkınca ilk tarihi durak Edirne oldu, Koca Sinan’ın muhteşem eseri Selimiye’den icazet aldıktan sonra Meriç Nehri’ni geçerek Batı Trakya’ya girdik. Sınırı geçince birden cahilleştik; bütün tabelalar Yunan alfabesiyle yazılı. Batı Trakya Osmanlı’nın Batıya açılan kapısı. İstanbul’dan yaklaşık 100 sene önce ecdat Batı Trakya’ya çıkmış. Koca çınar devrilip Osmanlı elden gitmeye başlayınca Balkan savaşlarından sonra Batı Trakyalılar çareyi kendi devletlerini kurmakta buldular. 31 Ağustos 1913’de kurulan Batı Trakya Cumhuriyeti’nin ömrü 3 ay sürdü. Batı Trakya sınırları içinde İskeçe, Gümülcine, Dedeağaç illeri bulunuyor. Şehirlerin Yunanca adları var mesela Gümülcine’nin adı Komotini. Yol boyunca zaman zaman küçük kulübe şeklinde yerler görüyoruz. Bu kulübeler trafik kazasında ölenlerin anısına Meryem ana heykelli mumlu adak yerleri olarak düzenlenmiş.
Gümülcine’ye öğle saatlerinde varıyoruz. Ortalık sakin sokaklarda kimse yok. Yaz sıcağından kaynaklanıyordur diye düşümdüm ama yanılmışım öğle saatlerinde iş yerleri tatil oluyormuş. Yunan parlamentosunda milletvekili olan İlhan beyle ve ticaret odası yetkilileriyle görüşüyoruz. Gümülcine’de Başkonsolosluğumuz bulunuyor. Başkonsolosumuz programların bir kısmına katılamayınca bölgede yayın yapan bir gazete bu durumu haber aymış o nedenle başkonsolos dışişleri bakanlığı tarafından uyarılmış. Program bittikten sonra Türkiye’ye döndük başkonsolos arıyor. O gün başka programları nedeniyle katılamadığını ifade ederek özür diledi. Bölgede Türkiye’den beklentiler çok yüksek. Gümülcine tipik bir Türk şehri; merkezinde bir saat kulesi yanında camii, dar sokaklar ve cumbalı evler…
Minarelerin yanı sıra saat kuleleri de Osmanlının son dönemlerinde sembol eserler olarak farklı şehirler de yapılmış. Beyrut’ta, Rodos’ta, İstanbul’da güzel örneklerini görmek mümkün. Gümülcine’de ki saat kulesi de Sultan Abdülhamid tarafından 1884 yılında yaptırılmış. Ulu hakan sanki bu günleri görmüş ve anıt niteliğindeki eserleri tapu senetleri olarak gelecek nesillere emanet bırakmış. Saat kulesinin yanında Yeni Camii, 1585 yılında Defterdar Ahmet Paşa tarafından yaptırılmıştır.
Sınırı geçtikten sonra tabelaları okuyamayınca cahil olmuştuk şimdi Gümülcine’ye gelince kendimize geldik. Yol boyunca gördüğümüz minareli köylerde bize hala kendi topraklarımızdaymışız duygusu yaşattı. Gümülcine Gençler Birliği’nin bahçesinde gençlerle Türk-Yunan ilişkileri üzerine sohbet ediyoruz.
DR. SADIK AHMET
Batı Trakya Türklerinin yiğit evladı Dr. Sadık Ahmet 1947 yılında Gümülcine’nin Sirkeli köyünde dünyaya geliyor. İlkokulu köyünde, liseyi Gümülcine’de, Üniversiteyi Ankara ve Selanik Tıp Fakültesi’nde okuyor. Doktor olarak insanlığa, bir lider olarak halkına hizmet için siyasi mücadeleye girişmiş ve Yunan parlamentosunda milletvekili olarak Avrupa Parlamentosuna katılmıştır.
Hakları gasp edilmiş, sindirilmiş, mazlum durumuna düşürülmüş Batı Trakya Müslüman Türk halkının sesini dünyaya duyurmak için mücadele etmiş bir kahraman. Bu uğurda defalarca hapse atılmış ama yılmamış ta ki ecel gelinceye kadar. 24 Temmuz 1995 günü bir traktörün arabasına çarpması sonucu hayatını kaybetmiştir.
Ölüm yıldönümünde Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ve İRCİCA Başkanı Dr. Hait Eren, Dr. Sadık Ahmet’in kızı, oğlu ve hanımının da bulunduğu kalabalık bir toplulukla kendisini mezarı başında andık. Mezarı başında okunan Kur’an’dan sonra duygu dolu konuşmalar yapıldı.
İSKEÇE
Yaklaşık 60 bin nüfuslu bir Türk şehri. İskeçe’ye farklı programlar nedeniyle birkaç defa gitmek nasip oldu. Bu gidişlerde şunu fark ediyorsunuz kendinizi Anadolu’nun herhangi bir şehrinden ayrı bir şehir değil. Dar Arnavut kaldırımlı sokaklarıyla buraya gelmeden önce mahallenizde yürüdüğünüz tanıdık bir yer. İskeçe’nin Türklerle tanışması çok uzun zamana dayanıyor, 1371 yılında İskeçe fethediliyor ve o zamandan beri yoğun olarak yaşadığımız bir yer.
Şahin Köyü’nde çocukların Kur’an ve ilmihal icazet törenine katılmak üzere dönemin başbakan yardımcısı Bülent Arınç’ın başkanlığında bir heyetle İskeçe’ye vardık. Seçilmiş ve atanmış müftülerimiz ve devlet yetkilileri tarafından karşılandık. Batı Trakya’da seçilmiş ve atanmış sorunu hep sıcaklığını koruyor. Seçilmiş müftü İbrahim Bey ve atanmış müftü Ahmet Mete Bey heyetimizle yakından ilgileniyor. Heyetle yakından ilgilenen oldukça kalabalık bir güvenlik heyeti de var. Onların ilgisi de fazlasıyla dikkat çekiyor. Biz İskeçe’ye devlet erkânından daha erken vararak şehri gezme imkânı bulduk. Gümülcine de olduğu gibi İskeçe’nin de sembol eseri saat kulesi. Gümülcine’dekinden farklı tarzda yapılmış şık bir eser. Saat kulesinin biraz uzağında kırmızı renkli bir kilise var. Tarihi sokaklardan dolaşarak şehri keşfediyoruz. Yorulunca bir Türk kahvesinde mola verip çaylarımız içiyoruz. Kahvenin duvarlarında İskeçe’ye ait tarihi fotoğraflar buraya bir galeri havası veriyor.
Kahvenin sokağında bulunan camide namaz kılmaya gidiyoruz. Camide namazı bekleyen birkaç cemaat var. Bizim Türkiye’den geldiğimiz anlayan görevli ezanı bizim okumamız için ısrar ediyor. Bu sırada Türk heyetinden bir grup daha geliyor, onlardan birisi davudi sesiyle çok güzel bir ezan okuyor. Ezanı okuyan şahıs diyanet görevlilerindenmiş. İçimden Allah’tan ezanı ben okumadım, bu ezan yanında benim ki ne kadar cılız kalırdı. Gel ki kimse olmadığı yerde vazife aksamaz Allah’ın izniyle. Namazdan çıkınca güzel kahve kokularının geldiği bir dükkâna giriyoruz. İskeçe’de kahve meşhur; her ne kadar adına Yunan kahvesi deseler de bu bizim Türk kahvesinden başka bir şey değil. Küçük bir tat farkı var onu da belirteyim. Zaten Yunanlılar bize ait her şeye sahip çıkıyorlar haksızda sayılmazlar 400-500 yıl yönettiğiniz topraklarda biz onlardan onlar bizden çok şey aldık. Başka ülkelerde yoğurdu bile Yunan yoğurdu diye pazarlıyorlar. Tabii bu kadarı da fazla; dünya literatürüne soktuğumuz Türkçe kelimelerden birisi yoğurttur.
Başbakan yardımcısı Bülent Arınç Bey gelince şehrin biraz dışında bahçeli güzel lokantada akşam yemeği yiyoruz. Bülent Bey orada birlik, beraberlik, kültür ve medeniyet üzerine güzel bir konuşma yapıyor.
ŞAHİN KÖYÜ
İskeçe’den yaklaşık 30 km uzaklıkta 5000 nüfuslu Şahin Köy’e gidiyoruz. Köye girmeden önce dar bir boğazın olduğu bir yerden geçerken burada buluna köprünün farklı anlam ifade ettiğini anlattılar. Şahin köy uzun yıllar bölgen izole edilmiş, giriş ve çıkışların sıkı kontrollere tabi tutulduğu bir yer olmuş. Şu anda o sıkıntılı günler geride kalmış. Belki de bu kadar korunmuş bir köy olmasında bu sıkıntıların da katkısı vardır. İnsan bilemiyor bazen yaşanan büyük bir sıkıntı hayra vesile olabiliyor.
Heyetimizi büyük bir kalabalık karşılıyor. Köyde bir bayram havası var. İnsanlar sokakları doldurmuş, balkonlarda çok sayıda geleneksel kıyafetler giymiş hanım büyük bir merakla heyetimizin köye girişini bekliyor. Bülent Arınç bir binanın balkonundan halka hitap ediyor. Dinleyenlerde büyük bir coşku hâkim.
Konuşmadan sonra icazet töreninin yapılacağı camiye gidiyoruz. Camide çocuklar kızlı erkekli özel kıyafetler içinde heyecanla merasimin başlamasını bekliyorlar. Hocaların huzurunda çocuklar Kur’an okuyorlar, ilmihal konusunda sorulara cevap veriyorlar. Aralarda ilahiler okunuyor. İcazet merasimi bitince ailelerin hazırladığı yemekler misafirlere ikram ediliyor. Ben yemek yemeyi severim ama Şahin Köyü’nde yediğimiz yemeğin tadı damağımızda kaldı desem inanın.
Bizde Trakya’nın manevi imajı zayıftır. Üstelik Edirne medeniyetimizin şaheserleriyle dolu olmasına rağmen. Ancak Meriç Nehri’nden batıya geçince Müslümanların yaşadığı yerlerde maneviyatın çok yüksek olduğuna şahit oluyoruz. Herhalde vardır bir hikmeti…