Bizim rüyamız değil bu gördüklerimiz, rüyaları dahi ithal mi ettik ya hu?

Rüyalarda gördüğümüz diyarlara, hayallerde sevdiğimiz maşuklara sevdalıyız şu sıralar. Dudaklarımızın arasında manası kayıp, telaffuzu bozuk birkaç kelimeyle olmayacak laflar söylemek hevesindeyiz. Manayı yok sayıp şekle vurgun oluşumuz bizi bu kuyudan çıkamayacak hale getiren. Altınları birkaç cam parçasıyla değiştiriyoruz yine. Yine dinlediğimiz nameler kulağımıza hoş geliyor. Yine eski bir hikâyeyi terennüm ediyoruz. Kendimizden geçip kendimizden olmayana temayül ediyoruz. Sırları verip aşikâr olanları alıyoruz. Ve aslımızı köhne bir pazarda suretler için satıyoruz.

Oysa bu rüzgâr bu yaşmağı uçurmaz diyeli ne kadar da çok oldu. Ne rüzgâr kaldı fezada ne de simaları uçuracak o yaşmak şimdi. Artık gözler setredilmiş kara bezlerle. Zihinlere kan damlatılmış, fikirler kan kokuyor. Bizim rüyamız değil bu gördüklerimiz, rüyaları dahi ithal mi ettik ya hu?

Bizim Züleyha’mız vardı bizim Leyla’mız, Azra’mız, Zühre’miz, Aslı’mız vardı. Nereden düştü gözbebeklerimize bu kara dişli, kızıl gözlü, yaşsız yaşmaksız, arsız hicapsız hayaller? Kime sattık gecelerimizi de uykudan uyanamaz olduk? Aşkı sattık, sevdayı çah-ı babile ayaklarından astık, yerine manasız, biçimsiz ve hatta isimsiz bir “şey” satın aldık. Sahteleriyle oyalanıp, gerçeğini bıraktık. “Dudak” deyip kelamı unuttuk, “eski” deyip selamı unuttuk. Güzel deyip iffeti, süslü deyip letafeti unuttuk.

Bulutlarla cenk eden istikbal hülyalarını bugüne gömdük şimdilerde. “Asıl varken surete itibar olmaz” derdi eskiler. Eskileri de unuttuk. Yine de umut dolu gözbebeklerimiz var bizim. O hayalini kurduğumuz diyarlarda gözler hep a’ma… Görmek mi bakmak mı bilemediğimiz, karanlık bir dilemmaya girdiğimiz zamanlarda dahi bir ziyası var gözlerimizin.

Şiirler, ah o şiirler olmasa geçmiş de yaşanmamış diyeceğiz. Utanmasak Yusuf’u o düştüğü pazarda tekraren mezada çıkaracak, kum taneleriyle takas edeceğiz. Utanmasak Leyla’yı çöle gömüp, ismini dahi defter ü divandan sileceğiz.

“Bağır tellal” diyesim geliyor. “Bağır tellal, buralarda Yusuf satılmaz, buralarda aşk safi bedende aranmaz. Benim satacak bir sevdam yok diye bağır” diyesim geliyor. “Asıl buralarda, suret aramayın” diye alnıma yazasım geliyor.  Sonra haykırasım geliyor bir kaya üstünde rüzgârın okşadığı sesimle, karşımda şakaklarından beyaz teller dökülen yaşlı adamlar, gözlerinde topraktan sürme yaşmaklı kadınlar;

“Cemali gören, müzeyyenle bahtiyar olmaz

Asıl varken surete itibar olmaz…”