Kış demini aralık soğuğuyla tutmaya başlar. Sıcak bir bardak çayın deminden raks eder gibi yükselen buharlar, aralıkta daha bir kıvrak ve belirgindir. Çay içinizi ilk aralıkta ısıtmaya başlar. Ve şairin dediği gibi lambadaki alev ilk aralıkta üşür…
Her aralık ayında, çocukluğumda geceleri uyumak için yere serdiğimiz, soğuğun hışmına uğramış, yer döşeği ve üzerime çektiğim yorganı ısıtmak için hohlaya titreye verdiğim mücadele gelir aklıma. Çocukluğumun ve gençliğimin hüküm sürdüğü 80 ve 90’lı yıllar Aralık’ı soğuk, zor ama güzel aralıklardı…
Aralık soğuklarında meşakkatle ısıttığım döşeğimin içinde bir kedi miskinliğiyle kıvrılıp, dışarıda çisil çisil yağan ve ahşap penceremizden içeri bir ninni gibi gelen yağmur sesiyle dalardım uykuya…
Aralık soğuğu her sene bu yaşanmışlıklarla aks-i seda bulur ve canlanırdı şuur altımda.
Ta ki, 2016 Aralık’ına kadar…
2016 Aralık’ında Asya’nın steplerinde, Peşaver’in fukara bir köyünde Doğulu bir ananın oğlu Batı’nın merhametsiz ve soğuk sınırlarına doğru bir umut yolculuğuna çıktı.
Salman Khan belki de atalarının asırlar önce çalınmış zenginlikleriyle inşa edilmiş zengin Batı’ya, farkında olmadan zaten kendisinin olanı almak için içgüdüsel olarak yöneliyordu.
Salman Khan henüz 23 yaşındaydı. Günlerce yol kat ederek perperişan halde doğduğu Pakistan’ın Peşaver şehrinden Bulgaristan sınırına kadar umutsuz bir hayale yürüdü.
Kaçak yollarla önce İran ve Türkiye’ye sonra da Bulgaristan’a girdi ve yakalandı. Bulgar sınır devriyeleri tarafından ayakkabıları dahil tüm eşyaları alınarak tekrar Türkiye sınırına bırakıldı.
Vakit gece, hava karlıydı. Trakya’nın dondurucu soğuğunda geceyi geçirecek bir sığınak aradı çaresizce. Sınırın Türkiye tarafında yerleşim alanlarından uzak gördüğü bir viraneye, harabeye sığındı.
Annesini, kardeşlerini, Peşaver’in yemyeşil bahçelerini düşünerek daldı hayatının dondurucu son uykusuna. Uyku hiç o kadar tatlı ve süresiz olmamıştı.
Ve bir daha uyanamadı Salman Khan… Bir köylünün ihbarı üzerine bulundu buza kesmiş cesedi. Umut arkadaşları onu tanıdı ve haber Doğulu anaya ulaştı.
Doğulu mahzun ama mütevekkil ana okuryazar değildi. Bir mektup yazdırdı. Ömrünün en acı parmağını bastı mektubun altına.
Cansız bedeni de olsa kavuşturun Salman’ımı bana diye yakarıyordu Doğu’nun acılı anası. Cenap Ali diye başlayan mektup bir sabah Twitter üzerinden ulaştı bana.
Buğulu gözlerle okudum 5 bin km uzaklarda mahzun ve mazlum Doğulu ananın Salman yakarışını.
Kırklareli Valimizi arayıp Salman’ı acılı anasına kavuşturmak için otopsi sürecini hızlandırdık. Kırklareli’nden Adli Tıp işlemleri için İstanbul’a naklettik Salman’ın buza kesmiş ama cennetteymiş gibi mütebessim bedenini. Onu bir damat gibi hazırladık doğduğu topraklara.
THY Genel Müdürümüz Bilal Ekşi Bey’i aradım. Anasına ulaşması gereken Doğulu bir oğul var dedim. Tereddütsüz “Şeref biliriz” dedi.
Bir damat gibi hazırladık Salman’ı Peşaverli acılı mahzun annesine. Bembeyaz kefeni esmer yakışıklı simasına ne de yakışmıştı. THY710 sefer sayılı uçakla gece 21:30’da uğurladık Salman’ı doğduğu topraklara.
Gece boyu uçağın her hareketini izleyip anasına saat saat kendisine yaklaşan Salman’ın nerede olduğu bilgisini verdik. Kabile büyükleri gözyaşları içinde beklediler Salman’ı Pakistan’ın mahzun bir hava limanında.
Ve nihayet kavuştu Salman doğduğu topraklara. Yağmur damlasının susuz toprağa kavuşması gibi yanarak. Acılı fakir aile yükledi Salman’ın süslü tabutunu arkası açık bir araca ve köyüne doğru yola koyuldular kuşluk vakti.
Doğulu ana Batı’ya kurban giden oğlunun başında mütevekkil dualar etti. “O donarak şehit oldu. Şehit anası ağlamaz. Ben de ağlamayacağım.” dedi.
Oysa yüreğinde ne ağıtlar yakıyordu kimsenin duyamadığı, bilemediği, bilemeyeceği. Batı’da kimsesizdi ama Doğu’da ait olduğu topraklarda sahipliydi ve seveni çoktu Salman’ın. Kendisi gibi yüzlerce fukaranın dualarıyla uğurlandı son yolculuğuna.
Her ölüm erken ölümdür dese de şair, geldiği yere tekrar döndü Salman… Toprağa, Rab’bine. Sonra biri bir rüya gördü. Bembeyaz bir ırmak kenarında yemyeşil bir yerde tebessüm ediyordu Salman.
Doğulu anayı arayıp “Salman emin eller de Anacığım!” dedim. “Mahzun olma…”
“Mahzun değilim” dedi Peşaverli ana. “Salman’ı kaybettim… Ali’yi buldum… “Ne büyük şerefti Doğulu bir manevi ananın Batı sınırlarında bir manevi oğlu olmak. Rabbime hamdettim…
2016 Aralık’ından sonra şuur altımdaki çocukluk aralığı yerini soğuk bir Salman Khan aralığına terk etti. Şimdi aylardan aralık ve şuur altım Salman Khan ile üşüyor.
Doğu’nun, Afrika’nın fakir ve mustazaf çocuklarının zengin Batı’ya göçü, görünürde bir zenginliğe, refaha erişmek veya bir Batı rüyası gibi algılanır. Aslında bu akış ve iltica Doğu’nun çocuklarının bundan asırlar önce Batı tarafından atalarından çalınan zenginliklere fıtri ve içgüdüsel bir yöneliş ve akıştır. Kendinden çalınmış haklarına fıtri ve içgüdüsel bir yolculuk…
Şimdi Asya’nın çocukları uyanıyor… Hindistan’dan Pakistan’a, Bangladeş’ten Nepal’e gelecekleri çalınan esmer tenli mustazaflar, sokakta doğup, sokakta büyüyüp, sokakta ölmeye mahkûm edilmiş Mumbai’nin çocukları dayanacak Batının zalim surlarına…
Daha bu bir başlangıç… İlahi adalet tecelli edecek. Sırada Afrika’nın iliğine kadar sömürülmüş, köleleştirilmiş ve zengin Batı başkentlerinin varoşlarında hayat süren mazlum ve çilekeş esmer çocuklarının uyanışı var… Güney Afrika’dan Cezayir’e, Tunus’tan Ruanda’ya işlenmiş fütursuz cinayetlerin kâbusları kan ter içinde uyandıracak Batının zengin ve şımarık çocuklarını…
Özgürlük istedikleri için sadece 10 dakika içinde Hindistan’ın Jallianwala Bagh meydanında katledilen 1500’ü aşkın Hintli’nin torunları hesap sormak için yapışacak Batı’nın yakasına…
Yüzyıldan bu yana Batı’nın maruz bıraktığı hipnozdan uyanan ve bitkisel hayattan gözlerini aralayan Anadolu’nun çocukları yüzleşecek Batı’nın çocuklarıyla… Akdeniz’in soğuk sularında can vermeye mahkûm Ortadoğu’nun çocukları hesap soracak…