CHP ve lideri gelinen nokta itibarıyla insana çok farklı, çelişik hatta birbirine düşman durumları hatırlatıyor, gösteriyor.

Bir yanda cılız ve kararsız ama daha çok “öğrenilmiş çaresizlik” ile malul sesler duyulurken, başka ve arka bir yerde “değişim” için kulisler icat edildiği söyleniyor.

Bütün bunlar olurken, başka bir yerde de çok daha cesur ama CHP tabanı açısından -tabir yerindeyse- “sakıncalı piyade” konumunda olan Bolu Belediye Başkanı, CHP Genel Merkezine yürüyor ve genel başkanına koltuk fırlatıyor.

Tabanı etkileme kudreti olamayacak bir hareket olsa da CHP’ye ve genel başkanına karşı bir belediye başkanının yürümesi, yaşanan otokratikliğin Gandi ile cisimleşmiş baskıları hatırlattığı ortada.

Gandi’ye “sakin güç” denilerek benzetilen Kılıçdaroğlu’na karşı, bu çok manidar göndermeyi de siyasi tarih not ediyor bugünlerde. 

CHP’den ihraç edilmeyi göze alamadığı için Özcan kadar cesur hareketlere girişemeyen ama çok daha sofistike ve maddi imkanları kullanarak kitleleri harekete geçirmeye çalışan İBB Başkanı ise en açık tepkiyi, Kılıçdaroğlu’nun etrafına kalkan olarak ördüğü parti içi aristokrat tabakadan alıyor.

Eğer kitlesel bir etkiyi harekete geçirebilirse, bunun onu suçlanmaktan kurtaracağını iyi biliyor.

Zira kitleleri suçlamak kolay olmadığı gibi, güçlerin karşısında durmak da kolay değildir.

İBB Başkanı o vakit, “ben değil kitleler böyle istedi” deme konforuyla amacına ulaşmış olmayı hedefliyor.

Fakat karşısında, kendisinin de başka bir muktedir olacağını düşünen ve buna ilaveten parti aristokrasisine çarpan, her değişim çabasıyla yılmış olan bir kitle var ve bu kitleyi harekete geçirmesi de çok kolay görünmüyor.

İBB Başkanıyla yıldızları hiç barışmayan ve ancak arabuluculuklarla idame ettirilen ilişkileriyle Canan Kaftancıoğlu faktörü ve en büyük destekçi gibi görülen İzmir Büyük Şehir Belediye Başkanı da parti için antagonizmalara, (biri diğerinin etkisini azaltan ya da ortadan kaldıran çelişkiler) başka bir açıdan katkıda bulunuyorlar.

CHP Genel Başkanı, parti içi demokrasiyi yok ettikten sonra adeta Neron Kompleksine kapılmış görünüyor.

Kendisine, değişmesi gerektiğini hatırlatan bütün kişi ve unsurları ortadan kaldırması, bu kompleksin açık bir göstergesidir.

Bir tiyatro eserini ya da bir sinema filmini, diziyi izlettiren antagonizmaların (çelişki ve entrikaların, düşmanlıkların) CHP’yi de sardığı ve dışarıdan izleyenleri etkilediği çok açık.

Zira bugünlerde, reytingi en yüksek siyasi konuşmaların merkezinde CHP’nin olması da kuşkusuz bu antagonizmalar sayesindedir.

Bu durumun, izleyici ve rakipleri için eğlenceli olsa da CHP için oldukça sıkıntılı bir sürece işaret ettiği kesin.

Sonuç izleyenler açısından şaşırtıcı mı yoksa beklendiği gibi mi olacak?

CHP’nin parti içi kast sistemi, beklenen sonuca işaret ediyor aslında.

Bu gerçek, kaset komplolarının temel gerekçesi olarak görüldü hep.

Ancak devrimlerin kestirilemeyen karakterini, CHP’den azade görmek de başka bir hakikate kapıları kapatmak olur.

Böyle bir işaret ya da iz görülmese de belki parti içi bir devrim gerçekleşir.  

Jacques Le Goff, tarih yazımında bile hayal gücüne ayrı bir yer açmışken, ben de CHP için böyle bir hakkı kullanmak istedim.

Bu hayalin, Kemal Sunal’ın o meşhur repliğindeki, “mesela yani” gibi bir açığa düşüren yanı da hep bakidir.   

Bekleyip göreceğiz…