Ne zamandır “Annemin Yarası” filmiyle ilgili bir şeyler yazmayı düşünüyordum. Yazıyı genel itibarla toparladığım bir sırada ajanslara düşen bir haber, filmle ilgili hissiyatımda yalnız olmadığıma işaret etmesi bakımından beni çok sevindirdi.

Gazetemizde de yer alan haber şöyle:

Türkiye’de “Diriliş Ertuğrul” ve “Filinta” dizilerindeki rolleriyle tanınan Boşnak oyuncu Reşad Strik, ilk uzun metraj filmi için yönetmenlik koltuğuna oturuyor. Bosnalı bir ailenin iki dünya savaşı, Komünizm dönemi ve Bosna Savaşı’nda yaşadıklarını konu alacak filmin hazırlıklarına devam eden Strik, Boşnak yazar Edin Krehic’in “Jednog Dana Doci Cu, Oce” (Bir Gün Geleceğim Baba) adlı eserinde uyarlanacak filmle ilgili şunları söylüyor:

“Bosna Hersek tarih boyunca pek çok savaşa tanıklık etti ve ülkede üzerine çalışılacak çok fazla hüzünlü hikaye var. Her şeye rağmen Bosna’da çok fazla kahraman da vardı ancak politika yüzünden insanların bu hikayeleri anlatmaya eğilimi yok. Bosna’daki son savaşta Boşnakların ‘Efsane Komutan’ diye andığı Naser Oric’in hikayesini hiç kimse beyazperdede göstermek istemiyor mesela. Bunun politikayla ilgili olduğunu düşünüyorum. Çünkü insanlar korkuyor. Sonuç olarak Boşnaklar rol model olacak filmler üretmiyor. Hikayelerin büyük kısmı gerçek bir rol modelin olmadığı, kurban ve mağdur insanlarla ilgili. Ancak ben, Bosna tarihini ve kültürünü bir kahramanın gözünden anlatan filmler görmek isterim. Bunun, ülkenin gelecekte rol model olacak jenerasyonlarını olumlu yönde şekillendirmesinde faydalı olacağını düşünüyorum. ‘Bir Gün Geleceğim Baba’ filminde de Bosna kültürünü ve kimliğini bir kahraman üzerinden anlatacağım.”

***

“Annemin Yarası” filmine geri dönelim…

Ozan Açıktan’ın yönettiği ve başlıca rollerini Ozan Güven, Belçim Bilgin, Meryem Uzerli, Okan Yalabık ve Bora Akkaş’ın oynadığı “Annemin Yarası”, Bosna’daki savaş sırasında yetimhaneye bırakılmış Salih’in, yetimhaneden ayrılmasıyla ailesini ve peşinden “intikamını” bulma arayışını konu ediniyor.

Film, paralel anlatılan iki hikayeyle ilerliyor; biri Salih’in Borislav ile Mariya’nın yanındaki “intikam arayışı” hikayesi, diğeri Mirsad ile Nerma’nın “kendilerini bulma” hikayesi.

“Annemin Yarası” adından başlayarak, bir bütün halinde Salih’in başkarakter olarak takdim edildiği filmde, hikayenin gerilim yükü büyük ölçüde Mirsad-Nerma tarafına yüklenmiş. İlk birkaç sahneyi hariç tutarsak, Salih-Borislav-Mariya tarafı, sanki seyirciyi “dinlendirmek” için tasarlanan geçiş sahneleriyle örülmüş gibi. Bilhassa filmin ikinci yarısından itibaren bu daha yoğun hissediliyor. Hatta bir süre sonra, hem başkarakteri içermesi bakımından, hem de gerilimin gitgide zayıfladığı yer olması bakımından, hikayenin “Salih” kısmı tuhaf şekilde filmin dengesini bozan bir izlenim vermeye başlıyor. Derken, final bloğundaki kritik espriyle tüm bu yapı anlamlı bir hal alıyor.

“SULANDIRILMAYA” MÜSAİT ZEMİN DARMADAĞIN EDİLİYOR

Buradan filmin içeriğine geçiş yaparsak…

Sevgili dostum Muhammet Erkam Bülbül, filmle ilgili yazısında, Bosna Savaşı’nın tepeden tırnağa İslami varlık-yokluk mücadelesi hüviyetine atıf yaparak, hikayenin bu noktada temel bir aksaklık taşıdığını belirtmişti.

Erkam’ın eleştirisine ilaveten ben de iki noktaya işaret etmek istiyorum.

İlki, az yukarıda bahsi geçen, filmin final bloğundaki “kritik” espri. Hikayenin Salih-Borislav-Mariya kanadı, bir yerden sonra içi boş barış ezberleriyle “sulandırılmaya” müsait bir zemine ilerliyor; fakat kamera Mirsad ile Nerma’ya döndüğünde seyirciler olarak biraz toparlanıyoruz, yeniden gerçekle yüzleşiyoruz, unutmamamız gerekeni hatırlıyoruz. Finalde ise, o “sulandırılmaya” müsait zemin bütünüyle darmadağın ediliyor. Nitekim, bu noktada gayet ciddi bir edayla şöyle diyor film: “Aldanmayın bugünkü böyle ‘normal’ insan pozlarına; aynı Sırplar ilk krizde size yine namluyu doğrultacaktır.”

SOYKIRIMI İNKAR EDECEK “BABAYİĞİT” ZATEN YOKTUR

Dikkat çekmek istediğim ikinci mesele ise, genel olarak bizim sinemamızın da, tüm dünya sinemasının da, “Bosna”yı konu edinme tarzıyla ilgili.

Yirminci asrın sonunda Bosna’yı kana bulayan vahşet, “canlı yayınlar” sayesinde tüm dünyanın malumu olabilmişti. Soykırımın modern Avrupa’nın göbeğinde zuhur etmesi, yine tüm dünyanın -şu veya bu sebeple- uykularını kaçırmıştı. Dolayısıyla, Bosna’daki soykırım, Sırp faşistlerini bir kenarda tutarsak, bugün dünyanın hiçbir yerinde hiç kimse tarafından reddedilebilecek bir vaka değil. “Gri” alanı yok yani, zalim ile mazlum, haklı ile haksız net. Sözgelimi, failini bulamasa (!) da, Lahey Adalet Divanı bile Srebrenitsa katliamına “soykırım” demekten kaçamamıştı.

Hal böyle olunca, Bosna’daki soykırım ve savaş mevzubahis olduğunda, sinemada bunu ucundan kıyısından da olsa inkar etmeye kalkışacak bir “babayiğit” çıkması hemen hemen imkansız. Bunu hatırlatıyorum, çünkü Soğuk Savaş, Vietnam, Filistin, Lübnan, Körfez Krizi, Somali ve nihayet Irak sözkonusu olduğunda dünya sinemacılarının kamerayı nereye koyduklarını hepimiz az çok biliyoruz.

Dolayısıyla, bugün “Bosna”yı konu edinen bir filmde Boşnakların mazlum, mağdur ve haklı gösterilmesi övülecek bir şey değildir. Doğal olandır bu, olması gerekendir, zaten öyledir. Hemen tüm dünyanın malumu olan bir şeyi bir de falanca filmde gördük duyduk diye o filmi bu sebeple tebrik edecek değiliz.

SUÇ VAR, MAĞDUR VAR, AMA FAİL YOK

Ancak madalyonun bir de öbür tarafı var. “Srebrenitsa Anneleri”nin hikayesini anlatan Faysal Soysal’ın işaret ettiği gibi, “Bosna” filmlerinde suç var, mağdur var, ama fail yok. Ne “gariptir” ki, sinemacılar, yani sanatçılar, adı bile buz gibi soğuk Lahey Adalet Divanı’nın sözünün üstüne söz söyleyemiyorlar.

Beri yandan, evet, Bosna’da bir soykırım yaşanmıştır, ama ortada sayısız kahramanlık hikayesine sahne olan bir de savaş vardır. Cennet mekan Aliya İzzetbegovic’in önderliğinde kılıç kuşanan, “Avrupa’nın en büyük dördüncü ordusu” karşısında destan yazan yiğitlerimiz vardır.

Girişteki alıntıya dönecek olursak, Strik’in dediği gibi, nedense (!) sinemacılar “Bosna”nın bu tarafına kameralarını pek döndürmüyorlar. Zaten tüm dünyanın, hakkını teslim ettiği bir topluluğa “hakkını teslim etmekle” yetinen bir film yapmak en kolayı. Sinemacıların kahir ekseriyeti de zaten bugüne kadar kolaya kaçtı.

Gelgelelim, savaşı anlatacak, kahramanları ve kahramanlıkları yad edecek; genç, yaşlı, kadın, çocuk, asker, sivil, şu, bu demeden önüne çıkan her Boşnak’ı öldüren, onlara tecavüz ederken zevkten kuduran Sırplar ile, “Düşmanlarımıza adaletten başkasını borçlu değiliz” diyen Aliya İzzetbegovic ve yoldaşlarının farkını gösterecek bir film göremedik bugüne kadar. Mesela bir Sırp’tan intikam almak için serüvene atılan ve -burası önemli- intikamını da alan bir Boşnak delikanlının hikayesini de göremedik.

Evet, Richard Shepard’ın “Av Partisi”, evet, Angelina Jolie’nin “Kan ve Aşk”ı… filan, ama, “bizden” bir filmden söz ediyorum, yok (Zaten adı geçen filmler de Richard Gere ve Angelina Jolie imzaları barındırmasalardı sinema izleyicisinin ne kadarına intikal edebilirlerdi, meçhul.)

“ANNEMİN YARASI”, SIRP’A SIRP DEMİŞTİR

Bu manada, “Annemin Yarası” filmini, “Aldanmayın bugünkü böyle ‘normal’ insan pozlarına…” diyerek “Bosna”nın sadece “suç” ve “mağdur” taraflarına değil, “fail” tarafına da işaret etmesi bakımından önemli buluyorum. Yapımcı firmasından oyuncu kadrosuna kadar “yıldızlar topluluğu” olan bir ekibin bu cesaretini alkışlıyorum. Şaka değil, bugün sinema literatüründe Sırp’a Sırp diyen pek nadir filmlerden biri, bizim sinemamızdan çıkmış oldu.

Filmin finalinde Salih’te gördüğümüz dönüşüm anlamlandırılmamış olsa da, Borislav’ın akıbeti “öyle değil şöyle” olsa da, “Annemin Yarası”, son sözüyle sinemadaki “Bosna” külliyatında ayrı bir yer edinmiştir.

(“Salih’in dönüşümü” demişken… Genel olarak sanat camiasında “intikam” mefhumuna hor bakan, onu kötü bir şeymiş gibi göstermeye çalışan bir propaganda var. Aman ha dostlar; Cenab-ı Allah “Rahim”dir, Cenab-ı Allah “Adl”dir ve iman ederiz ki Cenab-ı Allah “Müntakim”dir.)

MEVZİLER YETMEZ, SAVAŞI DA KAZANALIM

Hülasa, “Annemim Yarası” ile “bizden” bir filmin, “suç” ve “mağduriyet” safhalarını aşıp “fail” safhasına da ulaştığını gördük; bir de bunun üstüne Reşad Strik’ten, Aliya İzzetbegovic gibi, Naser Oric gibi, Şerif Patkovic gibi, Necad Kurtovic gibi… kahramanlarımızın anlatılacağı taş gibi bir film gelse ne biçim olur.

Bunlar tabi sinemadaki Bosna Savaşı’nda kazandığımız irili ufaklı mevziler olacaktır. Bir bütün olarak sinemadaki Bosna Savaşı’nı ise, ancak bir Boşnak delikanlı ailesini katleden bir Sırp’tan -evirip çevirmeden- intikamını aldığında kazanacağız.

(Bu eleştiri, ilkin sinefesto.com’da yayınlanmıştır.)