Seçimlerin ikinci turuna artık sadece günler kaldı. Ülkece ikinci turun heyecanını ve gerilimini ilk kez yaşıyoruz. İlk tur ve ikinci tur arasındaki zaman diliminde son derece önemli gelişmeler yaşandı. Yabancı basında bile seçimin kazananını belirleyeceği söylenen Sinan Oğan, Cumhur İttifakı’na destek vereceğini açıkladı. Öte yandan, Ata İttifakı’nda yaşanan kopuştan sonra Ümit Özdağ da Millet İttifakı safına geçti.
Bu durumun Yeşil Sol Parti tarafından nasıl karşılanacağı tartışma konusuydu. Ancak bu pek bir değişikliğe sebep olmadı ve Yeşil Sol Parti de ikinci turda tekrar Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceğini açıkladı. Ben açıkçası seçmenlerine karşı göz boyama bile olsa Yeşil Sol Parti’den “ilkesel olarak böyle bir masayı destekleyemeyiz, bu turda tarafsız kalacağız.” açıklaması bekliyordum.
Ancak Millet İttifakı, bütün film senaryolarından bile daha absürt bir hâle geldi. Sosyal medyada bir takipçim durumu şu kelimelerle özetlemiş; "Ne ilke, ne siyasi duruş, ne dava var. Ortaya karışık Makyavelist bir anlayış. Seçmen yayık ayranına döndü". Gerçekten de durumun özeti bu olsa gerek. Sözde savundukları dava ve ideoloji açısından birbirine taban tabana zıt partileri bugün bir araya getiren yegâne unsur “Erdoğan kin ve düşmanlığı”.
Hazır Makyavel demişken, sizlerle bir anımı paylaşmak istiyorum. Paris Siyasal Bilimler Enstitüsünde öğrenciyken, katıldığım bir sözlüde bir hocam “Amaca giden her yol mübah mıdır?” diye sormuştu. Ben de hiç düşünmeden “Hayır.” cevabını vermiştim. “Benim kırmızı çizgilerim vardır. İnancım, ailem, vatanım...” Hocam da gülümseyip uzun yıllar kafamı kurcalayan bir cevap vermişti. “O zaman siyasette tutunmanız zor.”
Aslında o zamanlar duyduğum bu rahatsız edici cevap bugün Millet İttifakı siyasetinin bir yansıması gibi. Bu zihniyet için “amaca giden her yol mübah”. “Erdoğan gitsin de gerisi önemli değil” refleksiyle hareket eden ama aslında kendi aralarında da birbirlerinden nefret eden bu kitlenin seçimi kazanmaları hâlinde ülkeye getirebilecekleri tek şey istikrarsızlık ve kaostur. Çünkü dışarıdakilerle uğraşmak yerine, ilk önce birbirlerinin ayağını kaydırmak için ellerinden geleni yaparlar. Koltuk, makam, mevki için neler yapacaklarını zaten gördük. Akşener başbakanlığı, Özdağ içişleri bakanlığını, İmamoğlu ve Yavaş cumhurbaşkanı yardımcılığını... Hepsi şimdiden bir makamın hayali içinde.
Peki, siyaset bilimciler ve yabancı basın bütün bu olan biteni nasıl yorumluyor? Dün sosyal medyada Fransız basınında karşıma çıkan ve beni gülümseten “Türkiye’deki seçimler: Erdoğan’dan Erdoğan’a” manşetini paylaştım. Burada söylenmek istenen Erdoğan döneminin yeni bir Erdoğan dönemiyle devam edeceği olduğu kadar, aynı zamanda Erdoğan’ın tek rakibinin yine kendisi olması. Artık ne ülke içinde ne de yurt dışındaki yorumcular Kılıçdaroğlu’nun seçimleri kazanabileceğini düşünüyor.
“Selahattin Demirtaş’ı hapisten çıkaracağız” diyen Kılıçdaroğlu’nun bugün âdeta bir bozkurt edasıyla “terör örgütleriyle masaya asla oturmadığını” söylemesi, ilk önce mültecilerin gönüllülük esasına dayanarak gönderileceğini ifade ederken şimdi “tüm mültecilerin evlerine gönderileceğini” haykırması karşımıza daha önce eşine hiç rastlamadığımız, her hafta değil her saniye değişkenlik gösterebilen bir “bukelamun siyaseti” tablosu çıkarıyor.
Kılıçdaroğlu’nun söylemleri bulunduğu ortam ve muhatap olduğu kişilere göre her saniye renk değiştirirken, morallerinin bir hayli bozuk olduğu gözlemlenen ve bu nedenle her geçen gün kullandıkları nefret dilinin dozunu artıran seçmenlerinin de artık bu saatten sonra vaatlerden ziyade Erdoğan düşmanlığında kenetlendiği aşikâr. Ancak içinde bulunduğumuz koşullarda, artık Kılıçdaroğlu’nun seçimleri kazanma ihtimali sıfıra yakın. Bunu ne Özdağ’ın desteği, ne de Babala TV yayını değiştirebilir.
Tabii ki Erdoğan’ı zafere gönderebilecek tek yol da ikinci turda destekçilerinin rehavete kapılmadan sandığa gitmesinden geçiyor. Kaderimizi tayin etmemize çok az kaldı. Vatanını, milletini, devletin istikrarı ve bekasını düşünen bütün takipçilerimin “bukalemun siyasetine” sandıkta gerekli cevabı vermelerini diliyorum.