Tarım arazileri ve su kaynakları artık strateji çalışmalarının birçoğunda temel başlıklar arasında yer alıyor. Geçtiğimiz iki asrın başlarında, enerji kaynakları ve toprakların yeniden paylaşımı yaşandı ve halen yaşanıyor. Yaşadığımız yüzyıla mührünü vuracak güç çekişmelerinde ise biri kadim, diğeri ise yüzyılın yeniliklerini içeren klasik ve çağdaş tarım, stratejik görüldüğünden her zaman gündemde kalacak, sabit, fakat perde arkası bir konu.

Bu yüzyıl, her alanda üretip başkalarına bağımlı olmaksızın ayakta kalabilen devletler ile üretmedikçe gerileyen ve geriledikçe bağımlılık batağına saplanan devletler arasındaki makasın açılmasıyla sonuçlanacak.

İşte tam da bu noktada, tarımın, su kaynaklarının, her sahada kendine yeterli üretimin (self-sufficient) değeri ortaya çıkıyor.

Dünyanın birçok bölgesinde Anadolu’daki kadar zengin su kaynaklarını, tarıma elverişli toprakları bulma imkânı yok. Meriç, Fırat, Seyhan, Ceyhan, Dicle, Kızılırmak, Yeşilırmak, Aras, Sakarya, Asi vd. ırmakları ülkeye hayat katıyor. Irmakların suları kanallarla ülkenin kılcal damarlarına kadar ulaşıyor. Kimi yerlerde toprak yüzeyinden 4-5 metre inildiğinde yeraltı sularına ulaşılabiliyor.

Hızla gri beton yapılara teslim ettiğimiz verimli ovalarımız Allah vergisi büyük bir zenginlik… Ama bunun ne kadar farkındayız? Elimizde kalan sulak arazilerin ve ovaların bir gün dünyanın en değerli tabiat hazineleri olduğu gecikmeden anlaşılabilirse ve tedbir alınabilirse gelecek nesillere bakacak yüzümüz olabilir. Bir Kızılderili atasözü olduğu söylenen hepinizin bildiği bir veciz ifade vardır: “Son ağaç kesildiğinde, son ırmak kuruduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam; paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”

 Bir kısmı fantezi gibi gelse de görüldüğü gibi klasik tarımın alternatifi olan ve gelir getirebilecek büyük sektörler ve fırsatlar her nedense ülke gündeminde hak ettiği yeri tutamıyor. Diğer yandan konunun ne denli önemli bir boyut kazandığını anlamak için diğer ülkelerdeki hummalı çalışmalara bakmakta fayda var:

Maliyetli yollarla da olsa deniz suyundan içme ve günlük kullanım için su üretilmesi; tarım toprağının bulunmadığı veya verimli olmadığı yerlerde su üzerinde “topraksız (hydroponic) tarım” üretimi için yapılan yatırımlara bakmak yeterli.

Başlangıçta savunma ve strateji adına başlayan birçok çalışmanın zamanla maddi getirileri dolayısıyla yaygınlaştığını biliriz. Hatta internet bile bunun tipik bir örneği. Topraksız tarım stratejik amaçlı ve kendine yeterli ülke olmanın bir yolu olarak geliştirilirken zamanla işin maddi cazibesi de ortaya çıkmış oldu. Anlaşılan, bunca maliyetli ve zahmetli yatırım, sadece para kazanma amaçlı olarak düşünülmüyor artık…

Organik tarım ise başlangıçta sağlıklı beslenme amacıyla geliştirilirken talep ve pazar boyutu anlaşıldığında önemli bir sektöre dönüştü. Organik tarım konusunda iyi bir rehberlik ve hamle köylerin kaderini tamamen değiştirebilecek büyük bir alan.

Sağlıklı beslenmeye odaklanan üretimin başarısı kadar “helal gıda” konusu da dünya gündeminde ve sektörün büyüklüğünü gören Avrupa ülkeleri bu pazarda ciddi ve titiz çalışmalar yürütüyorlar. ABD, İngiltere ve AB’de firmalar helal gıda olmak için yarış halindeler.

Ülkemizde, köyden şehre göçlerle tarım arazileri boşalırken şehirlerin kontrolsüz ve plansız büyümesi geri dönülmesi güç problemleri doğuruyor. Bu gidişi tersini çevirmek, köyleri canlı, verimli ve kârlı; şehirleri ise sağlıklı bir soyo-ekonomi üzerine kurmak için yapılması gerekenler sadece yukarıdaki yeni tarım metotları değil tabii ki… Klasik tarımı tercih eden ve yeniden ona dönen insanlar olduğu gibi, emek yoğun tarımdan teknik ziraat diyebileceğimiz ekstansif tarıma geçilmesi de diğer bir verim artırıcı yol. Fakat bunu yaparken toprağı hor kullanmadan, yeniden ekim-dikime imkân verecek şekilde tabii (doğal) yollarla kullanıma özen gösterilmesi gerekiyor.

Bölgesine göre, zeytin, fındık, çay, incir, üzüm, narenciye, susam, ayçiçeği, pirinç, tütün gibi değerli ürünlerin taze olarak veya kuru paketleme, reçel, marmelat, sıvıyağ, konserve ve diğer mamullerin içerisinde değeri katlanarak ciddi maddi getiri kaynağı olduklarını unutabiliyoruz. Muz, kivi, avokado, kaktüs inciri gibi sonradan ülke ziraatına giren ürünler; ülkeyi dünya pazarlarında bugünkü getirisine göre katbekat yukarıya taşınabilecek ürünler.

Nebati/bitkisel (herbal) ilaç sanayi, bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de artık önemli bir pazara dönüştü. Endemik türlere dikkat ederek denetimli ve planlı bir çalışma olağanüstü yeni gelir alanları açabilir.

Ormanlarımızda, kendiliğinden yetişen (hüdayinabit) ıhlamur, kestane, kocayemiş, kuşburnu, böğürtlen, dağ çileği, kekik, nane, ısırgan ve onlarca diğer bitki planlama ile ve doğallığı korunarak milyarlarca dolarlık bir pazar oluşturabilir. Doğallığı korunmuş 50-60 Ihlamur ağacı, en az zeytin ve incir gibi bir ailenin yıllık geçimini sağlayacak ürünü verebilir.

Ülkenin her köşesinde yapılabilen ancak denetimi konusunda zayıf kalındığında sahteleri dolayısıyla yeterince yararlanılamayan arıcılık ve bal ürünleri doğru rehberlik ve ihracat politikalarıyla iç piyasada ve dünya piyasalarında ciddi bir maddi kaynağa dönüşebilir.

Yeni bir şeyleri denerken on binlerce ziraat mühendisi ve binlerce orman mühendisi olan bir ülkede insan kaynağından yeterince yararlanıp yararlanamadığımız da ayrıca su götürür.

Tohum genetiğiyle fazla da oynamadan Anadolu’ya uygun güçlü yerli türlerin üretilmesi ise bambaşka önemli bir diğer konu…

Özetle, her fırsatta stratejik olduğunu vurguladığım tarım konusunda her alanda olduğu gibi yeni bir heyecan ve planlamaya gerek duyulduğu çok açık.