Pek tabiidir ki sevilmeye layık olan ALLAH’tır (cc). Allah’ı sevebilen seçkin kullar, hidayet ve rahmete erişerek O’nun sevdiklerinden olmuşlardır. Yüce Allah şöyle buyurur:

“-Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.” (5 Maide 54.)

Bu sevginin gereğini yerine getirdikleri için de, o güzel kullar razı olunanlardan, Rabbi katında sayılılardan olurlar. Cenâb-ı Hakk’ın bu hoşnutluğundan dolayı, kulunun gönlü rıza haline ulaşmaz mı?

“-Allah onlardan, onlar da Allah’tan razıdır.” (98 Beyyine 8.)

Zira en büyük mükâfat, rıza makamıdır. Rabbimiz bir kulundan razı olursa, artık ondan daha büyük ne olabilir ki!

“-Allah (cc)’ın hoşnutluğu ise çok daha büyüktür. İşte en büyük kurtuluş da budur. ” (9 Tevbe 72.)

Evet, Halikımız bu kullarına cennetler ve onda da nice nimetler bahşedecektir. Ama o nimetler bile O’nun rızasından ve sevgisinden daha küçüktür.

Tabii ki kâfir ve münafıklardan, mü’minlerin aksine aynı derecede razı olmayacaktır. O’nun razı olmaması ise, onlar için büyük acılara ve mahvolmaya sebeptir. Sıkıntı ve elemlerinin ardı arkası kesilmeyecektir. Bitmeyecekmiş gibi görünen ve kendilerini aldatan şu fani dünya hayatı bir gün bitiverecek ve kendilerini o azabın içinde buluvereceklerdir:

“Küfredenlere malları ve çocukları Allah katında hiçbir fayda sağlamayacaktır. İşte ateşin yakıtı olanlar onlardır.” (3 Âl-i İmran 10.)

Çünkü onlar dünya ve dünyaya ait olan nefis ve hevâlarının gereğini yerine getirmekle razı olmuşlar; kendileri gibi düşünenleri de memnun ve mesrur etmişlerdir.

İçinden kâfir olduğu halde, dışından mü’min görünen o ikiyüzlü münafıklara gelince, görünüşte mü’minlerin yanında olduklarını belli etmek için, inanmadıkları Rabbimiz adına nice yeminler ederler:

“Sizi memnun etmek için size, Allah (adın)’a yemin ederler. Kendileri mü’min olsalardı bilirlerdi ki, Allah ve Rasûlü razı edilmeye daha lâyıktır.” (9 Tevbe 62.)

Kul kulu kandırdığında ve onu hoşnut ettiğinde ne kazanabilir ki! Belki sadece dünyalık… Sonrası da perişanlık… Zira asıl olan Allah’ı (cc) razı etmektir. Bu da ancak, önce sağlam bir imanla mümkün olur. Ve bu imanı kuvvetlendirerek Cenab-ı Hakk’ı aşk ve muhabbet derecesinde sevmek. İşte bu mü’minin keyfine hiçbir diyecek yoktur. O’nun halleri ve mükâfatları da akıllara durgunluk verecek şekildedir. Zira O, “Sevilmeye En Lâyık Olan Allah’ı (cc)” sevmiştir.

Al-i İmran Sûresi’nin on dördüncü ayet-i kerimesinde mealen:

“İnsanlar için kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı aşırı derecedeki düşkünlük, süslü ve cazip bir hale getirilmiştir. Bunlar dünya hayatının bir takım menfaatleridir” buyurularak dünyanın imtihan vasıtası olduğu haber verilir. Devamında ise;

“Oysa asıl varılacak yerin güzelliği, Allah katındadır” buyrulmak suretiyle ahiretin önemi belirtilir.

Sonraki ayet-i kerimelerde de, o gerçek sevginin gereğini yerine getirmeye gayret eden güzel kulların halleri haber verilir. Aynı zamanda, yukarıda sayılan dünyalıklara sahip olmaktan çok daha hayırlı olan şeyler de belirtilmiş olunur:

“-(Rasûlüm!) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takvâ sahipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan ebediyyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin de üstünde) Allah’ın hoşnutluğu vardır. Allah kullarını çok iyi görür.”      

“-Öyle kullar ki! “Ey Rabbimiz! İman ettik, öyleyse bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!” derler.

”-Sabrederler, dürüst olurlar, huzurda boyun bükerler, hayra harcarlar ve seher vaktinde Allah’tan mağfiret dilerler.”(3 Al-i İmran 15-17.)

 

SEVGİNİN ESERLERİ

Sevilmeye layık olana karşı, sevginin eserleri ne güzel gösteriliyor. Muhakkak bu zatlar, O’nu seven ve muhabbetiyle yananlardır. Onların hallerine gıpta etmemek mümkün mü? Gerçekten Kur’an’da övüldükleri gibi yaşarlar onlar.

Hz. Ömer (ra) anlatıyor:

“-Rasûlüllah (sas) bir gün bize infak etmemizi emretti. Tam da malımın olduğu zamana rastladığından, kendi kendime:

– Eğer geçebilirsem Ebu Bekir’i ancak bugün geçerim, dedim ve malımın yarısını Rasûlüllah’a (sas) getirdim. Rasûl-i Ekrem:

“- Ailene bir şey bırakmadın mı?” diye sordu;

– Bıraktım dedim.

“-Ne kadar bıraktın?” deyince de; buraya getirdiğim kadar dedim. Daha sonra Ebu Bekir bütün varını yoğunu getirdi.

Rasûlüllah (sas) O’na:

“-Ailene ne bıraktın? diye sordu. O’da:

-Onları Allah ve Rasûlüne havale ettim, diye cevap verdi.

Bunun üzerine kendi kendime;

– Artık onu hiç geçemem, dedim. (Tirmizi, Menâkıb, 16.)

Hz. Ömer (ra) efendimizin bir başka kıssası daha var ki, hakikaten çok daha ibret verici. Onlar sevgilerin en yücesine, sevilmesi gereken en yüce Zat’a gönül verdikleri için nice ibretamiz hadiseler yaşayarak bize örnek olmuşlardı. Ya bizim halimiz ne olacak?

Bildiğiniz gibi Hz. Ömer’in (ra) hilafeti zamanında sırtında bir elbisesi vardı ki, tam on iki yerinden yamalıydı. Kisra ve Kayser’in ülkelerini fethedip mücahitler nice ganimetler elde ettiği halde O, hâlâ böyle bir elbise giyiyordu. Hatta mücahitlerden bir kısmı, güzel elbiseler giyerek O’nun huzuruna çıktıkları zaman O, onların yüzlerine bile bakmamıştı.

Bazı zevat, sahabenin ileri gelenlerine rica ederek, O’nun güzel bir elbise dikinmesini ve gelen elçileri ihtişam içerisinde karşılamasını kabul ettirmelerini istediler. Ama O’na bunu kimse söyleme cesaretini bulamadı. Sonra da Hz. Aişe ve kızı Hz. Hafsa annelerimiz bunu söylemeyi kabul ettiler. Söyledikleri zaman ise Hz. Ömer ağlamaya başladı. Sonra şöyle dedi:

“-Allah aşkına söyleyin! Rasûlüllah (sas) Efendimiz vefat edinceye kadar hiç on gün, beş gün, üç gün doyuncaya dek buğday ekmeği yahut da sabah ve akşam yemeği yedi mi?” Hz. Aişe:

“-Hayır yemedi” dedi,

“-Hiç Rasûlüllah’a (sas) topraktan bir karış yüksek bir yerde sofra kuruldu mu? Yemek istiyor, sofrayı yere kurduruyor, yüksek sofra tahtasını kaldırtıyordu değil mi? “-Evet” dediler. Şöyle devam etti:

“-İyi biliyorum ki, Rasûlüllah kaba kumaştan elbise giyerdi ve kumaşın sertliğinden cildi zedelenirdi. Rasûlüllah’ın yanına vardığımızda vücudunda hasırın izlerini görürdük. Ya Hafsa! Sen demedin mi ki, bir gece yatağı iki kat yapmıştın da, Rasûlüllah (sas) yumuşak ve rahat olduğu için uyumuş, Bilal’in ezan sesiyle uyanabilmiş ve sana: “-Ya Hafsa, ne yaptın? Yatağı iki kat yapıp benim sabaha kadar uyumama, gece namazını kaçırmama sebep oldun. Dünya benim neyime? Niçin yumuşak yatakla beni meşgul ediyorsunuz?” buyurmuştu.

Ya Hafsa! Bilmiyor musun? Rasûlüllah’ın gelmiş geçmiş bütün günahları affedilmişti. Öyleyken O, Rabbine kavuşuncaya kadar, aç olarak geceler, secde ederek sabahlar, gece ve gündüz daima niyaz ve tazarru’da bulunur, rükû ve sücûd yapardı. Ömer de iyi şeyler yemiyor, yumuşak şeyler giymiyor, iki arkadaşı onun için en iyi örnektir. Tuz ve yağ hariç iki katığı bir arada yemiyor”, dedi.

O, ölünceye dek bu hal üzere devam etti. (Hadislerle Müslümanlık c.2, sh.867.)

Yüce Mevlâ’mızı sevmeyi ve O’nun rızasını kazanmayı hedef edinenlerin yaşayışları böyleydi. Bütün gayret ve arzuları O idi. Onların en büyük önderi olan, Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem’in de maksadı bu değil miydi?

 

SEVİLMESİ GERKEN VE LÂYIK OLAN ALLAH’TIR

 

Zira O yüce Rabbimiz, hakikaten sevilmeye en layık olandır. O’nun yüceliği, üstünlüğü, san’atı; lûtfu, ihsanı, acıması ve merhameti eşsizdir. Bir güzel ya da güzellik görünce nasıl büyüleniyorsak, O’nun bu sonsuz âlemindeki nâmütenahi güzellikleri görünce de, bütün bunların gerçek Sahibi ve San’atkârı’na âşık olmamak mümkün mü? Eğer gelişigüzel bir halde bakıp geçiyorsak; düşünceden, tefekkürden ve ferasetten uzak bir halde gafil bir hayat yaşıyorsak, gerçek güzelden habersiz isek, acaba buna yaşamak mı denir?

San’atkar eserleriyle kendini belli eder. Cenab-ı Hakk’ın da şu sonsuz âlemindeki eşsizliklerini temaşa ederken, akıllı hareket etmek lazımdır. Bütün bu varlık, saltanat, zarafet ve çok ince hesaplamalar O’na aittir. Hangi mahlûka bakarsak bakalım, insanı hayretler ve hayranlıklar içerisinde bırakacak nice manidarlıklar vardır. Tabii ki akıl sahipleri için. Bunun için de O’nun eşsiz kelâmı Kur’an daima akıl sahiplerine hitab eder:

“-Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.”(39 Zümer 9.)

Bütün bunları düşünen insan için ise, hakikaten alınacak pek çok ibretler vardır:

“-Akl-ı selim sahipleri için gerçekten apaçık ibretler vardır.” (3 Al-iİmran 190.)

Akıllı olup aklını kullanabilen insana hitab eden yüce Kitabımız bu bilgiye ulaşanlara kendisinin insan oluşunu da hatırlatır:

“-Yeryüzünde tam bilgi sahipleri için, İlâhî hakikatin alametleri vardır. Sizin kendinizde de öyle (işaretlervardır). Hâlâ görmeyecek misiniz?”(51 Zariyat 20,21.)

O’nun yüceliğine, güzelliğine ve sevilmeye en lâyık olmasına, daha neler işaret değil ki! Yine O Rabbimizden niyazımız odur ki; bizlere bu manayı kavramayı ve gerçekten Kendisini sevmeyi nasip eylesin. Ve Kendisini hakkıyla sevip de, bu sevgiye yakışır ameller yapmayı da lütfeylesin, tıpkı sevenleri gibi… (Âmin).