Hayat dediğimiz şey arkamızdan edilecek birkaç cümleden ibaret. Hatta birçoğumuzun serüveni tek cümleye bile sığabilir; işte şu vakitte şurada doğdu, şu işle meşgul oldu, şu gün de öldü gitti, iyi adamdı gibi. Biraz ayrıntılandırılacak olursa üç cümle tutar bizim gibi sıradan insanların dünya macerası, hepsi bu.
Ahir zaman alameti zahir, ne kadar da hızlı akıyor günler. Sanki gizli bir el zamana müdahale ediyor ve peşinden yetişemeyelim diye hızlandırıyor. Yetişemiyoruz… Çoğu zaman neyin peşinden koştuğumuzun farkında olmadan, neden koşmamız gerektiğini düşünmeden koşuşturuyoruz. Kural koyucular sistemi öyle dizayn etmiş. Dünya Sistemi diye adlandırdığımız iktidar sahipleri sükûneti sevmiyor. Ömrümüz hep dünyalık metâı elde etme faaliyetleriyle geçsin, erişemeyelim, borçlanalım ve bu hengâmede sömürü düzeninin farkına varmayalım istiyorlar.
Alışverişe konu olan her şey değersizdir oysa…
İşin tuhaf yanı bütün meşguliyetlerimizin kendi aklımızın ürünü olduğunu zannediyoruz.
Akıl, manyetik alanlardan kolay etkilenip yönü yanlış gösterebilen bir pusula gibidir. Genellikle böyledir ve yanıltır.
Mehmet Çelik hocamızdan dinlemiştim; Araplar deve güderlerken, develerin kaçmalarına mani olmak için ayaklarını yürümeye engel teşkil etmeyecek ancak koşamayacak biçimde bağlarlar ve bu bağlama şekline akl derlermiş. Deve çobanlarının tayin ettiği sınırlar içerisinde dolaşacak kadar gevşek, kendi inisiyatifleriyle hareket edemeyecek ölçüde sıkı. İnsanoğlunu yöneten melekeye de bu benzetmeyle akıl demişler. Müthiş bir etimoloji.
Akıl sınırlandırır. Kelimenin gerçek anlamıyla tam bir ayak bağıdır. Aklıyla hareket edenler hakikatin yalnızca bir kısmına vakıf olabilirler. Akıl gerekli elbette ama yeterli şart değil.
Hayatın üç cümleyle sınırlı kalmaması için aklı gönülle mezcetmeli. Edip eyledikleri kitaplara sığmayanlar böyle yaptılar. Büyük dönüşümler devrimler bu tarz insanların öncülüğünde gerçekleşti.
15 Temmuz kahramanları mesela…
Yatarlar mıydı tankın önüne , akıllarına uysaydılar?..