12 Mart 1921. İstiklâl Marşı’nın kabulü. Gecikmiş bir yazı olsa da yazmamak olmazdı. Bir asır önce yazılmış bir metnin hâlâ anlaşılarak okunamaması ve anlaşılması için bir çabanın ortaya konulmaması şaşırtıcıdır. İlk ve orta öğretim kurumlarının tamamının her bağımsız bölümünde, yaygın eğitim kurumlarında ve kamuya ait yerlerde İstiklâl Marşı panoları bulundurulur. Ezberletilir, eğitim kurumlarında pazartesi ve cuma günleri toplu olarak okutulur. Resmî törenlerin olmazsa olmazıdır. 

İstiklâl Marşı’nın bize söylediği nedir? Hangi şartlarda yazılmıştır? Yazıldığı tarihten bugüne kadar çokça tartışılan ve üzerine metinler yazılan bu şiirin muhteva ve anlamını kaçımız bilinmesi gerektiği gibi biliyoruz? Bunun üzerine yeterince düşündük mü? Yetişme çağında her birimizin her gün gördüğü, hangi derse ait olursa olsun açtığımız her ders kitabının ilk sayfalarında karşılaştığı bu metin bize ne söylemek istiyor? Her birimizin hayatının ilk yirmi yılında her gün gördüğümüz bu metnin ülke gerçeği, değerler hiyerarşisi, inancı ile ilgili ortaya koyduğu manifestoya dair bir fikrimiz var mı?

Sorular yorucu ve cevapsız. “Âkif Yılı” ilan edilen tarihlerde Âkif’in birkaç nesri ve Safahat bir müteahhitlik aracına dönüştürülerek kamu kurumları tarafından milyonlarca adet basılır, dağıtılır ve hurdacılar aracılığıyla geri dönüşüme gönderilir. Bir kısmı da yaldızlı kuşe kâğıda basılır ve özel deri ciltli kutularda kütüphane raflarında özel bir yere yerleştirilir. Bir koleksiyon malzemesine dönüşen eser müzeliktir ve seyirlik bir objedir artık.   

Mehmed Âkif sanatı ve düşüncesi ile özel bir yerde durur. İmparatorluk bakiyesi kadim birikimin, meşrutiyet idarelerinin entelektüel müzakerecisi, emperyalist ortaklıkların Osmanlıyı tasfiye döneminin diplomatı, Çanakkale Şehitlerine şiirinin şairi, Kurtuluş Savaşı’nın tanığı ve cumhuriyetin ilanında Ankara’da milletvekili ve sarıklı mücahittir. Safahat’ı da bu tarihi akışın siyasî düşünce tarihidir. Kadim geleneği, inancı, mücadeleyi ve ilkeli duruşu ile ahlaklı insanı temsil eder. Baytarlık eğitiminden dolayı gerçekçi, fikrî ve edebî çevresinden dolayı bir düşünce adamı, aldığı eğitim ve inandığı dinin dilini ve kültür dilini bildiği için Kur’an-ı Kerim’i tercüme etmeye girişecek kadar bilge bir Müslümandır. Arapça, Farsça ve Fransızcayı iyi derecede bilen Âkif, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Irak, Hicaz ve Mısır’da daha sonra da görevli olarak Berlin’de bulunmuş; İstiklâl Savaşı’na gönüllü katılarak önemli hizmetler ifa etmiştir. Bu kısa biyografi bize İstiklâl Marşı’nın yazılış serüveninin ve birikiminin kaynaklarını vermesi bakımından da önemi haizdir. 

Türkiye insanının İstiklâl Marşı’na olan ilgisi, Falih Rıfkı Atay’ın 6 Mart 1937’de Akşam gazetesindeki köşesinde yazdığı noktadadır. “İstiklâl Marşı’nda bizim bugünkü ideallerimize uyacak, onlara hiç olmazsa bir telmih sayılacak hiç bir şey yoktur. ‘Lâ kavmiyete fil'İsâm [İslam’da kavmiyet yoktur]’ düşüncesiyle yazıldığı için Türk'ten, Türkiye'den bahsedemez. İçinde ezan vardır, minare vardır. İmamı, müezzini, kayyumu ile bütün cemaat vardır, millet yoktur. Doğrusu bir marş değil, bir ilahi, bir tazarrudur [yalvarış, yakarış]. (…) O güfte bugünkü Türkiye’yi temsil edemez. Hani Cumhuriyetin ilk günlerinde ‘Osmanlı postaları’ pullarını kullanıyorduk; bittabi zaruri idi ve gördüğümüz zaman: ‘Muvakkattir’ [geçici] diyorduk İstiklâl Marşı da bize öyle ‘muvakkat’ gözüküyor.” İstiklâl Marşı dayandığı kadim gelenek, taşıdığı fikrî birikim ve inşa ettiği hissiyatla hayatımızda var olmayı sürdürüyor. Ancak yetişen ve yetişecek nesle bir ufuk vermek, bir birikimle tanıştırmak ve düşünce tarihinin inşasında kullanmak üzere İstiklâl Marşı’nın anlaşılmasına ve bilinmesine ihtiyaç var. İnsanı bir kayıt cihazından, bilgi taşıyıcısı bellekten farklı kılacak bir bilmeye ve bilgilenmeye ihtiyaç var.

Bir millet idealinin inşa aracı olarak İstiklâl Marşı’nı bilmeye ihtiyaç var. “Ezanları dinin temeli şehadet”in anlamını kavramaya ve şehadetin sözlük anlamıyla ‘tanıklık’ olmadığını bilmeli gençler. Üç kıtada adalet üzere var olma idealinin kaynağı ve bir kuruluş metni olarak incelenmeli marşımız. Bir hissiyat çağlayanı olarak değil, artık bir fikir ve düşünce metni olarak üzerinde düşünmeye ihtiyaç var; çünkü kuruluş döneminden kurtarılan ve ortak ideali temsil eden tek metin İstiklâl Marşı kaldı, elimizde. İstiklâl Savaşı milleti ve devleti kurtarma idealiydi. İstiklâl Marşı da bu idealin abidevî sesi. Bu marş Balkan Savaşları ile başlayan tehcir acısının, Çanakkale’de destanlaşan direnişin, Bursa işgali üzerine Bülbül şiiriyle "Eşin var, âşiyânın var, bahârın var, ki beklerdin;/Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin?" diye soran şairin Tacettin Dergâhı’nın duvarlarında şekillendirdiği şah eser. Bu marş, muhtevası ve anlam alanı bakımından Lozan sonrasına kalsa asla yazılamazdı.