Tarih kendi gerçekliğinde akıyor ve her şey merkezine gidiyor. Ahmet, Muhammed, Zekeriya ve Bilal, bilinen bütün siyasal mühendislik zırvalarına meydan okuyup İstanbul’da bir parkta hayat kuruyor.

Dün öğlen saatleri, İstanbul da bir çocuk parkındayım. Çocuklar top oynuyorlar. Takımları hayali, kaleleri hayali ama golleri gerçek galiba. Ki gol olunca çığlık çığlığa seviniyorlar. Çocuklardan biri “hamseee” diye bağırıyor. Evet, çocuklar Suriyeli. Hamse, Arapça beş demek. Muhtemelen beşinci gol olduğu için “hamse” diye seviniyor. Derken başka bir çocuk bir gol daha atıyor; o da “hamseee” diye bağırıyor. Demek ki karşı takımdan, demek ki o da beşinci gölünü attı ve demek ki o da Suriyeli. Öyle ya, o da Arapça “beş” diye bağırdığına göre. Sırtında ‘Gökdeniz’ yazılı, bordosu mavisinden fazla Trabzonspor forması giymiş olan çocuk geliyor ve “La hamse” diyor. Öteki çocuk ise sinirli bir halde “nasıl hamse değil ya bal gibi hamse hamse” diyor, Türkçe.

Kafanız karıştı değil mi? Çocukları dinlerken benim de kafam karışmıştı. Yanlarına gidip durumu öğreniyorum. Trabzonspor formalı, mahcup bakışlı bu çocuk gol atınca “hamsee” diye bağırdığında diğer çocuk “hamse” kelimesini, Arapça “gol” demek zannediyor ve kendi de gol atınca “hamse” diye bağırıyor. Mesele nihayet anlaşılıyor böylece.

Bir kısmı Suriyeli, bir kısmı Türkiyeli dört arkadaş aralarında bir dil geliştirip anlaşmış, kan ter içinde top oynuyorlar. Trabzonspor formalı olan Suriyeli Bilal, Halep’ten gelmiş.

Çocukların fotoğrafını çekmek istiyorum. Çocuklar, benim fotoğraf çekmek istediğimi anladıkları anda topu bırakıp kaçmaya başlıyorlar. Parkın ortasında öylece kala kalıyorum; niye kaçıyorlar ki?

Niye kaçıyorsunuz diye soruyorum peşlerinden giderek. Konuşmaya başlıyoruz.

“Gazetecisin abi” diyorlar.

-Allah Allah.. Ne var bunda?

-Yok abi, Suriyeli çocuklar etrafı rahatsız ediyor, dileniyor diye haber yaparsın abi, sonra polis gelir abi.

Çocuklarda endişe var üzüldüm. Meslektaşlarım adına değil çocuklar adına üzüldüm. Gazetecilerden endişe etme konusunda haksız sayılmazlar ya, bu ayrı bir tartışma konusu. Türkiye emin, Türkiye merhametli ama ‘cesur gazeteci’ pozlarıyla kılıçtan keskin, Moğol’dan merhametsiz Esed’çi gazetecileri var memleketimin. Ben bile korkuyorum.

Bir gazeteci olarak o çocuklara dokunmasaydım oyunlarına devam edeceklerdi belki; tanışıp kaynaşacaklardı. Türkiyeli olanlar, hamsenin gol değil de beş olduğu öğrenecekti. Halepli Bilal Trabzonspor’u öğrenirken, Türkiyeli çocuklar da Halep’le tanışacaklardı. Önce arkadaş, sonra belki iş ortağı, hatta akraba bile olabileceklerdi belki. Ama ben kulesinden yeni inmiş bir gazeteci olarak aralarına dalıp fotoğraf çekmeye başladım.

Suriye için “bataklık” diyen gazeteciler aynını yapıyor bize beş yıldır. Aramıza dalıp bütün huzuru kaçırıyorlar. “Savaş var orada ne huzuru” diyebilirsiniz. Savaşlar biter azizim savaşlar biter. Gazeteciler karışmasaydı belki savaş çoktan bitmiş; Halepli Bila’in babasıyla Suriye’nin imarını konuşuyorduk.

Dikkat ettiyseniz sadece Bilal’in nereli olduğunu söyledim. Diğer üç çocuğun adları da, yüzleri de bu fotoğrafta. Dikkatlice bakın ve hangisi Suriyeli, hangisi Türkiyeli tahmin etmeye çalışın. Edemezsiniz! Ayrıca edememelisiniz. Hatta ben, böyle bir soru sordum diye beni de ayıplamalısınız.

İki ayrı millet diye anlatılan Suriyeli ve Türkiyeli çocuklar bir günde takım arkadaşı olabiliyorsa, Halepli Bilal bir Trabzonspor taraftarı olup, Türkiyeli arkadaşıyla Fenerbahçe üzerine konuşuyorsa; cümlenin başındaki tespit hatalıdır. Biz iki ayrı millet değilizdir. Haza bir bütünüz.

Suriye ile aramızda sınırlar var. O sınırlar yazının başında söylediğim, top oynayan çocukların parktaki hayali kalesi gibi. Biz orada olmasını istediğimiz için varlar. Gerçek değiller. Aslında orada öyle bir çizgi yok. “Suriyeli olmak, Türkiyeli olmak” diye anlatılanlarda parktaki çocukların maç sırasındaki hayali takımları gibi. Ama gol? Gol gerçek, parkta olduğu gibi.

Zekeriya kalede bekliyor, Ahmet verdi pası, Bilal vurdu ve hamseeee.

Erem Şentürk