Afrin operasyonları sürerken önceki yazılarımda ifade ettiğim şekilde Avrupa medyasında Türkiye’nin PYD-YPG’nin adını kullanmak yerine, kasten, “Kürtleri vurduğu” şeklinde haberlerle tam da tahmin ettiğimiz propaganda yayınlarına başladı. Bunun bir sonraki adımı, büyük bir ihtimalle, Afrin şehrinin içine girilmesi halinde “sivil kayıpları” iddiaları üzerinden sürdürülecek. Halebin ayakta tek bir apartman ve ev ayakta kalamayacak şekilde yok edilmesinde insan haklarını ve uluslararası hukuku hatırlamayanlar, kendi yetiştirmelerine dokunulduğunda savaşı yaymak için sivil Kürt halkını kalkan yaparak kendi lehlerine çevirmeye çalışacaklar. Operasyonların sivil halka en ufak zarar gelmeden doğrudan örgüte karşı başarıyla sürdürüleceğine inancımız tam.

Afrin, PKK ile işbirliği halinde kurulmuş olan PYD ve onun silahlı uzantısı olan YPG adlı terör örgütünün eline birkaç yıl öncesinden geçmişti. Hâkimiyet kurdukları sahada, halkı baskı altına almak, korkutmak, yıldırmak ve sonuçta tabiiyet ilişkisi kurmak bilinen sıradan örgüt yöntemleridir.  Onlar da aynı yöntemleri uyguladılar. Çocuklarını zorla silahaltına alan, vergi toplayan, tehdit eden, kendisi dışındaki bütün diğer Kürt gruplarını dış destekle yok eden bu örgütlü yapıya karşı bölgedeki Kürtler mesafeli durmaya çalışsa da yalnız kaldılar. YPG de, aynen Türkiye’de Kürtleri hiçbir zaman temsil edemeyecek olan ve halkın tehdit altında olmadığı normal şartlar altında mesafeli durdukları PKK gibi Kürt halkına uzak bir örgüt.

Suriye hükümeti savaşın başından beri Türkiye’ye karşı hazır bir kart olarak YPG’nin Kürt köylerinde hâkimiyet kurmasına göz yumdu. Kürt nüfusunun oldukça az olduğu ve tarihi olarak Kürtlerin yaşamadığı bazı bölgelerde bile Arap ve Türkmen köyleri boşaltılarak güçlerinden kat be kat daha fazla olan bir sahada bu hâkimiyet kurulmuş oldu. Suriye’nin müttefiki İran da, kendi içindeki uzun vadeli potansiyel benzer problemleri öngörerek bu konuda sessiz kaldı.

Yine öteden beri tekrarladığım görüşüm olarak Suriye’deki Kürt bölgesi üzerinde, Rusya ve ABD arasında muhtemelen zımni bir anlaşma vardı. Batı’da Afrin ve Fırat’ın doğusunda ise Kürtlerin asıl yaşadıkları bölge olan Haseke-Kamışlı yani “Cezire” denilen bölgeler, bu iki güç arasında zımni bir anlaşma ile paylaşılmış gibiydi. Kobani ise, DAEŞ adlı sözde Müslüman gerçekte terörist diğer bir taşeron örgüte karşı YPG’nin zafer sağlaması kazanılan bir saha olarak kullanıldı.

Türkiye’nin bugünkü müdahalesine gelince; Her şeyden önce, Türkiye’nin hemen yanı başında 40 yıldır Türkiye aleyhine kullanılan bir üst olan Afrin güzergâhını örgüt yuvası olmaktan çıkarmak egemen her devletin göstereceği ve uluslararası hukuka dayalı bir reflekstir. Operasyon, Kürtlere karşı değil, bölgede hâkimiyet kuran YPG’ye karşı yapılmaktadır. Aslında Kürt halkına karşı değil, Kürt halkına musallat olan, kendisini laik olarak tanımlayıp gerçekte ateist-Marksist arka planı olan;  Kürt halkının genelinin değer ve kültüründen uzak PKK/PYD/ YPG ve benzeri örgütlere karşı yürütülmektedir.

Bölgede yaşayan herkesin, özellikle de Kürt halkının menfaatlerinin, 1100 yıldır yan yana yaşadıkları ve bundan sonra da yaşamaya devam edecekleri Türk, Arap ve Farslar’la bir olduğunu; adeta kaderlerinin ortak yazıldığının herkesçe görülmesi şart. Persler’in Medler’i sürgününden sonra Anadolu’ya yerleşen ve geçtiğimiz 1100 yıl boyunca aynı bölgede yan yana kardeşçe yaşayıp diğerlerine karşı bir arada hareket eden Türkmen, Kürt ve Araplar, Avrupa’da örgütlenen Haçlı seferlerini defalarca birlikte durdurdular. Tarihe iz bırakan Selahaddin’in ve Alpaslan’ın Anadolu’daki varlıkları, tarihi “Millet Esası“ üzerinden destanlar ortaya çıkarmıştı. Buradaki millet, aynı inanç ve kültürden gelen bütün insanları kapsadığından Türkmen, Arap ve Kürt fark etmiyordu. Anadolu Beylikler tarihini iyice okumak ve tarihi oryantalist veya romantik tarihten gerçek tarihe çevirmek ehli kalemin boynunun borcu.

Bunun da ötesinde, Anadolu’nun fethinde Alpaslan’ın Türkmen-Oğuz ordusuna 10 bin askerle İslam kardeşliği üzere başlayan Kürt aşiretlerinin desteği bugüne kadar devam ediyor. Sıbt İbnü’l-Cevzi’nin (Ö. 1256), Malazgirt savaşında Mervaniler’e bağlı Kürt aşiretlerinin Selçuklu ordusunda Alpaslan’ın yanında varlıklarını ortaya koyuyor. Türk ve Kürt yan yana savaşan kardeş Müslüman halklar olarak tarihe geçmişler. Osmanlı Devletinin yıkılma aşamasında Kafkas, Yemen, Balkan, Çanakkale ve Kıbrıs savaşına kadar bu beraberlik net bir şekilde devam etmiştir. Güneydoğu’da PKK terörüne karşı yüzlerce-binlerce Kürt kökenli kardeşimiz diğer bütün vatandaşlarla birlikte üzerine düşeni aynı hassasiyetle yapmıştır. Ülkemizde hala milyonlarca vatansever Kürt, her şeye ve bütün ayrıştırma gayretlerine rağmen ana gövdeyle yan yana duruyor.

Türk ve Kürt bütün taşeron örgütlerin iddialarının aksine düşman değil, kıyamete kadar birbirine kardeş ve dost kalacaktır. Nasıl mı?

(Devam edeceğiz…)