İslam düşüncesinin doğması ve gelişmesinde belirleyici etkiye sahip olan üç düşünce okulu vardır. Bunlar sırasıyla Mutezile, Eşariyye ve Maturidiyye şeklinde kategorize edilir. Adalet, kudret ve hikmet kavramları da sırasıyla bu üç ekolün anahtar kavramlarını teşkil eder.

Bunlar içerisinden Mutezile’nin rolü, metot ve muhteva bakımından İslam düşüncesine kazandırdıkları hatırlandığında kritik önemi haizdir.  Kendi içinde dahi okullaşarak fikri bir olgunluğu ispat etmiş olmasına rağmen tarih sahnesinden ilk çekilenler yine onlar olmuştur. Bunun sebeplerinden biri de iktidara yaslanmaları ve politize olmalarıdır.

Bu bam teli şimdilik dursun…

Bu akımlar içerisinde apayrı bir yer işgal eden Hanefilerin ve özelde İmam Maturidî’nin “efâl-i ibâd” (insanın eylemleri) hakkındaki düşünceleri tutarlı ve bütüncül bir ahlak ontolojisinin inşasına katkı sağlamıştır.

Adına ister külli ister cüzi; ne derseniz deyin insanın bir iradeye, kudrete, edim gücüne sahip olması; onu yapıp ettiklerinden mesul kılar. Epistemolojik olarak insanın eylemlerinde ahlaki bir sorumluluğu üstlenmesi için bu meselenin teolojik ayağında herhangi bir tereddüt ve soru işaretinin bulunmaması gerekir. Ahlakın alabildiğine görecelileşerek kendi iç tutarlılığını yitirdiği, iman ile amelin küskün kardeşe dönüştüğü bir tarih kesitinde; pratikte, iyi insanın inanan insanla eşitlenebilmesi için dinin söylemlerinin netleşmesi elzemdir.

Kuşkusuz dinin sahibinin iman ve onun pratiği hususunda ne söylediği nettir. Ancak pek çok konuda olduğu gibi bu hususta da sözü çoğaltan ve çoğaltarak odaktan uzaklaşan, nihayetinde hakikati ıskalayarak vardığı yerde plüralist bir söz cümbüşünden başka bir şey elde edemeyen insanın ta kendisidir.

Bazı ahlakçı filozoflar ve Pavlus Hıristiyanlığına göre insanın yapacağı en mantıklı şey tutkularını öldürmektir. Yeni Ahit’in “Dağda Vaaz”ında şöyle seslenilir insanoğluna: “Eğer gözün sana zarar veriyorsa (sözgelimi harama bakmak gibi amacına aykırı hareket ediyorsa) onu çıkar ve at!” Belki tam da bu sebepten Nietzsche yaşayan Hristiyanlık için “cellat metafiziği” tabirini kullanır.

Nietzsche’den Ebû Mansur’a dönecek olursak….

Maturidî’nin ahlakın temel saç ayaklarından biri sayılabilecek insanın fillerinin kaynağı ile ilgili fikriyatı nedir?

Kaynaklarımızda “kesb nazariyesi” olarak yerini alan kuram, kavramsallaştırma geçmişi Ebu Hanife’ye kadar uzanan ve Eşari düşünce ile Maturidî fikriyatta temel farklılıklarla anılıp gelişen bir nazariyedir.

Maturidî mantalite ile hitama eren teori, kulların fiillerini iki kaynağa dayandırır. Buna göre, bir davranışın moral ve etik sorumluluğu ile birlikte ontik faili ne sadece Allah’tır ne de tek başına insan. Bir fiilin meydana gelmesinde her iki irade birden rol oynamaktadır.

“İşte rabbiniz Allah; O’ndan başka tapacak yok ve her şeyin yaratıcısı da O’dur...

Enam suresinde geçen bu ifadelerde, soyut ya da somut fikir ya da fiil, istisnasız her şeyi yaratanın aziz Allah (c.c) olduğu belirtilmektedir.  Ehl-i Sünnet geleneğinin merkezinde yer alan Kadir-i Mutlak yaratıcı felsefesi, kuramın şekillenmesinde birincil amil olarak kendini göstermektedir.

Dolayısıyla insanın eylemleri, bir mahiyet ve ide olarak yokluktan varlık alemine Cenâb-ı Hakk tarafından yaratılarak girerler. Ancak bu fikrin ve eylemsel içeriğin kesbedilmesi ve işlenmesi kısmı insana aittir. İşte alemde bi’l-kuvve varlık bulan her bir edimin insan tarafından tercih edilerek görünür kılınması, onu (insanı) ahlaken sorumlu hale getirmektedir.

Artık bundan sonrası, kurallarla kayıtlanan insanın seçimleriyle bedelleri arasındaki ilişkiyi tartarak karar vermesine kalır.

Baki selam…