Günümüzün en büyük sıkıntılarından biri adaletin tam olarak tesis ve tatbikinin yapılamamasıdır. Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de adaletle ilgili sıkıntılar mevcut. Amerika’dan tutun da Afrika’ya oradan Avrupa’ya kadar hemen her ülkede
adalet kavramından nasibini almamış uygulamaları görürsünüz. Kimi zaman adaletsizlik, polis eliyle ortaya çıkar, kimi zaman asker eliyle, kimi zaman istihbarat servisleri ve kimi zaman da devletin herhangi bir kurumunun icraatıyla görürüz adaletsizliği…
Kimi zaman Filistin’de bir çocuk öldürülür adaletsizlik sebebiyle.
Kimi zaman Suriyeli bir bebeğin cansız bedeni vurur sahile.
Kimi zaman da adil davranılmadığı için yuvalar yıkılır insanların başına.
Geçtiğimiz yıl yaşanan hain darbe girişimi sonrasında, seçilmiş hükümetin ilk
operasyonu adalet sistemimize yapılmıştı. Herkesin asker veya polisle ilgili
operasyon beklediği kısa bir zaman içinde ilk operasyonu yiyen hakim ve savcılar olmuştu. Hainlerin çöreklendiği en stratejik yerdi adalet sistemimiz.
O operasyonlar yapılmamış olsaydı, hainler, cezaevlerinin ön kapılarından girip arka kapılarından elini kolunu sallayarak çıkacaktı. Nitekim hainlerin önemli ismi Adil Öksüz (İsmi dahi trajikomik) de aynen böyle devletimizin elinden kaçtı. Getirildiği adalet sarayından elini kolunu sallayarak dışarı çıkıp sırra kadem bastı. Aylardır aranmasına rağmen bulunamıyor.
Dilerseniz adliye binalarımızda elinde terazi ve kılıç tutan heykelin manasını da anlatalım: Adaletin sembolü olarak Yunan Mitolojisinin adalet ve düzen tanrıçası Themiskullanılmaktadır. Themis, Roma mitolojisindeki Lustitia’nın karşılığıdır denilebilir. Themis’in “Kadın” ve “Bakire” olması bağımsızlığını sembolize eder. Gözlerinin bağlı olması davanın tarafları davacı ve davalıya karşı tarafsızlığını sembolize eder. Themis’in elindeki “Terazi” adaleti ve hakların dengeli şekilde dağıtılmasını sembolize eder. Themis’in elindeki “Kitap”, “Kanun” kitaplarını, adaletin kanunlara uygun şekilde dağıtımını sembolize eder. Themis’in elindeki “Kılıç” adaletin verdiği hükümlerin yerine getirilmesini, aksi halde kılıç zoruyla adaletin tecellisinin sağlanacağını anlatır.
Toplum hayatının saadeti ancak adil mahkemelerle mümkündür. Aksi halde toplumda Nemrut, Firavun ve Şeddatların varlığı; beşer için kara bir leke olarak tarihte yerini almıştır. Bulunduğumuz asırda adaletin siyasallaştığı ve terör örgütü FETÖ’nün yuvası haline geldiği herkesin malumudur.
Sonuçta adaletle ilgili çarpıklıkları anlatıp, ne me nem bir iş olduğunu da anlatmamak olmaz. Sözün burasında adaletle ilgili ceddimizin uygulamalarından bir örnek verelim: Tarihimizin meşhur seyyahı Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde diyor ki: “İlk İstanbul kadısı (hakimi) olan Hızır Bey Çelebi’nin huzurunda, Haşmetli Padişah Fatih ile bir Rum mimarı arasında şöyle bir muhakeme cereyan eder: Büyük bir abidenin inşasında kullanılacak iki mermer sütunu Fatih, bir Rum mimarına teslim eder. Mimar da, Fatih’in arzusunun hilafına olarak, bu sütunları üçer arşın kesip kısaltır. Fatih, cezaen, Rum mimarının elini kestirir. Rum mimarı da, Fatih aleyhine dava açar. Bunun üzerine mahkemeye celp edilen Büyük Padişah, başköşeye geçmek istemiş. Birdenbire, hâkimin şu ihtarıyla karşılaşmış: ”Oturma beyim! Hasmınla mürafaa-i şer’i olacaksın; ayakta beraber dur!”
Hızır Bey Çelebi; bu şanlı Padişah-ı maznuna, haksız el kestirdiği için, kendisinin de kısasa tabi olduğunu ve elinin kesileceğini bildirir. Fakat mimar kısası istemediği için, Büyük Fatih, günde on altın tazminata mahkûm olur ve hatta kısastan kurtulduğu için, bu tazminatı kendiliğinden yirmi altına çıkarır.
İslam mahkemesinin adaletinin şanlı misallerinden biri olan bu hadise, bize en haşmetli hükümdarlarla, en aciz fertlerin mahkeme huzurunda eşit olduğunu gösteriyor…
Adaletle ilgili bunca bilgiyi verdikten sonra geçtiğimiz günlerde bulunduğum bir meclisten bahsetmek isterim. 16 Nisan’da yapılan referandumun en önemli özelliklerinden biri hukuku bu gibi handikaplardan kurtarmaktır. Bunu geçtiğimiz günlerde HSYK Teftiş Kurulu Başkanı Yunus Nadi Kolukısa beyefendiden dinledim. Ahmet Çalık beyefendinin ev sahipliği yaptığı ve Yunus Nadi beyefendinin konuk olduğu davete âcizane bizim de bir katkımız olmuştu. Geçmişte terör örgütü FETÖ’nün “Altın nesil yetiştireceğiz” sözünü Yunus Nadi bey; “Bir nesli yok ettiler” şeklinde yorumladı o toplantıda. Son referandumda HSYK’yla ilgili yapılacak düzenlemeyi yargının siyasallaşmasının önüne geçecek bir revize olduğunu vurgulayan Yunus Nadi Bey; terör örgütü FETÖ için kullanılan “Cemaat” tabirinin yanlış anlaşıldığını şu cümleleriyle vurguladı: “Cemaat denilince insanların aklına Cübbeli Ahmet Hoca gibi insanların bir arada olduğu topluluklar geliyor. Hâlbuki bu FETÖ’cüler toplumun her kesimindeler. Bunların mesleği tamamen gizlilik ve tedbir üzerine kurulu. Hatta anne ve babası eğer kendisi gibi düşünmüyorsa; onlara karşı da tedbirli olurlar. Bunlar yeri geldiğinde namaz kılar, yeri geldiğinde ise alkol alırlar. Dolayısıyla bunlar gizlenmeyi ve saklanmayı meslek edindikleri için toplumun her kesiminde yuvalanmışlardır.”
İşte Yunus Nadi Kolukısa’nın bu tespitlerini gördünüz şimdi sorarım size; Bu hainlerde şayet adalet duygusu olsaydı bunca gayrimeşru ve gayri insani işin içinde olurlar mıydı?
Adaletin herkese lazım geldiğini sakın aklımızdan çıkarmayalım.
Selam ve dua ile…