Üzerinden neredeyse 20 koca yıl geçmiş. Birkaç kanuni düzenleme sonucu ortaya çıkan üzücü birkaç olay. Bunu zırt pırt hatırlatmanın, mağdur pozlarına bürünüp sağda solda konferanslar vermenin, sağı solu afişlemenin, basın-yayında vakit tüketmenin ne âlemi var! Unutun kardeşim 28 Şubat’ı! Hem suçlular yargılanmadı mı? Toplumun diğer kesimlerinin başına gelenleri düşünün. Sizin yaşadıklarınız onlarınkinin yanında, devede kulak kalır. Dahası affedin adamları! “Affetmek” sizce de takvaya daha uygun olmaz mı?…
Cümleler böyle uzayıp gider. Konuşmak kolaydır zira. Oysa uykularından kâbuslarla uyanan binlerce kadın vardır hâlâ. Hayatları ile oynanmış on binlerce gencecik kız, alışamadılar üzerlerinde iğreti duran yeni hayatlarına. Ailelerine, arkadaşlarına, çocuklarına ve en çok da kendilerine karşı derin bir mahcubiyeti yaşıyorlar yıllarca. Her şey düzelmemiş olsa, iç dünyalarında daha tutarlı hissedeceklerdi oysa. Birçok şey değişti ama o soru; zihnin bir köşesinde sinsice bekleyen, en olmadık ve umulmadık anda beyni patlatırcasına ortaya çıkan “Neden ben?” sorusu hâlâ ilk günkü katılığında.
Aslında bunca yıl verilen ve duyulan rahatsızlıktan ötürü herkesten özür dileyip bir kenara çekilmenin vakti gelmiş olabilir. Devletin onca işi varken; BÇG’siyle, askeriyle, polisiyle, siyasetçisiyle, yöneticisiyle koca bir devleti, “sınıfa başörtüsü ile girmekte direten ergen kızlar” meselesi ile vakit kaybettirilmiştir, Bu yüzden dönemin muktedirlerinden özür dilenmelidir. Kıymetli hocaların ve sınıf arkadaşların dersleri bir ara sükûnetle işlenememiştir, haklarının helal edilmesi istenilmelidir. Hatta bir dönem haber bültenlerinde istenmeyen görüntülere sebebiyet verildiği için morali bozulan cümle ahaliden de helallik rica edilmelidir.
Meselâ 70’lerin solcuları 80’lerin hem sağcı hem solcuları, 90’ların mazlumları gibi acı çekilmediği için de özür dilenmelidir. Asılmadığımız, çırılçıplak soyulup işkenceye maruz kalmadığımız, dışkı yedirilmeye zorlanmadığımız, faili meçhul cinayetlere kurban gitmediğimiz için sevinmeli, hamd-ü senâ etmeliyizdir.
Markette sırası alınınca feryat figan ortalığı birbirine katan, bir hafta boyunca psikolojisi yerine gelmeyen ey halkım! Bu ülkede 20 yıl önce, kadın-erkek on binlerce insanın hayatı ile oynandı. Hayatları ve hayalleri çalındı. Kimi işinden, kimi okulundan, kimi şirketinden oldu. Yüzbinlerce genç, inancı ve dinî ile eğitim hayatı arasında tercihe zorlandı. Milyonlarca vatandaş yıllarca devlet kurumlarında ve medya kanallarında hakarete maruz bırakılıp aşağılandı. Tek suçları inandıkları dini yaşamaya çalışmış olmalarıydı. Öldürülmedi ve size göre yeterince işkence görmedilerse; bu, zulmü yapanların merhametinden neşet etmedi. Mazlumların metaneti ve feraseti engelledi işlerin daha da ileri gitmesini.
Öyleyse artık lütfen biraz “28 Şubat Edebiyatı” yapalım. Başörtülü kızlarımızın dramını, İmam-Hatip öğrencilerinin ıstırabını, MGK’da ter içinde savunma veren “adamları”, işini kaybeden asker/memur/işçi emekçilerin çektiklerini edebiyata dökelim. Kitaplarını yazalım, filmlerini çekelim, şiirlere ve tiyatrolara konu edelim.
Yok yok! “Bir zamanlar biz de ne çekmişiz be!” demek için değil. “Bir zaman gelse de bu adamlara/kadınlara yine çektirsek!” diye pusuda bekleyenlere, unutmadığımızı göstermek için. İçinde bulunduğu ânın kıymetinden bîhaber olanlarımıza, elindeki imkanları hatırlatmak için…