Öğrencilikten sonraki eğitimcilik hayatım çeyrek asra ulaştı.

"Bu elbette, 'Artık ahkam kesebilirim.' kör cesaretine bir gerekçe olmadığı gibi, öğrenme azminin önündeki cehalet seti de değildir, şahsım için ve “sürekli öğrencilik” mottom da bakidir, hamdolsun."

Zira öğrencilerime en başından beri söylediğim, “İnsan, gözüyle değil beyniyle görür.” gerçeğini besleyen en önemli şeyin okumak olduğuna ve bunun da “sürekli bir hâl” olması gerektiğine inancım pekişerek ilerledi.

“İspatlar, zihnin gözleridir.” diyen Spinoza da asıl görme yeteneğini, mercek olan gözden alıp zihne taşıyor sanki.

Tarihin bir tarafında, zihni olabildiğince açık hâle getirmeye çalışanlar varken diğer tarafında kendi tekelciliğini yaşatmak ve kalabalıkları kendine sürekli mecbur tutmak adına çabalayan bilmesinlerciler, karanlıkçılar (obskürantizm) vardı hep.

Yani bilgiyi bir “iktidar aracı” olarak kullananlar, enfokrasi savunucuları.

Bu tür iktidarın ayakta kalabilmesinin yegâne koşulu, diğerlerinin zihnen kör bırakılması ve karanlığa terk edilmesidir. 

Bu anlayış, pagan dönemin “Tanrı kral”ları ile görünür olmaya başlar erken tarihte.

Onlar, “Tanrı, sadece benimle görüşüyor ve onun söylediklerini de ancak size ben tercüme edebilirim. Siz sıradan insanların, onu duyması ve anlaması asla söz konusu olamaz.” diyorlardı.

Aslında bu, toplumda bir adım öne çıkmanın ve ilk hiyerarşinin, egemenlik hakkına sahip olmanın temellerini attı.

Egemenliğin kaynağını “ilahî” olana dayandıran ilk hikâyeydi bu.

Daha sonra Hristiyanlıkla tanışan Roma, krallarına papazların elinden taç giydirerek onları yine “ilahî” olana bağladı ve hâkimiyetin kaynağını belirledi.

Fakat bu noktada, tanrının buyruklarının tek yorumlayıcısı ünvanı da kiliseye dolayısıyla da papazlara geçti, bir “ruhban sınıfı”nın doğmasına vesile olarak.

Daha sonra insanlar, bilimi ve tecrübeyi öne çıkardıkları ve “Aydınlanma Çağı” adını verdikleri bir dönemle güya bu ruhban sınıfın körleştirici iktidar tutkusundan kendilerini kurtardıklarını iddia ettiler.

Bu, bir yerde monarşiler için başlayan bir krizler dönemiydi.

İktidarlar artık yetkilerini “ilahi” olandan değil de milletten alacaktı.

Evet, doğrudur.

Bugün, dünyanın pek çok yerinde seçimler yapılıyor ve iktidarları halk belirliyor.

Yani meşruiyetin kaynağı “millet” olarak görünüyor.

İlahi olan ise artık gerçek siyasi hayattan el çektirilmiş ve kafese kapatılmıştır.

Bugün, İslam coğrafyası da Batı’nın bu anlayışını benimsediği için oraya ayrıca bir pasaj açmayacağım.

Görünürde, zihinsel körleştiriciler ortadan kaldırılmış gibi görünüyor olmasına rağmen zihinsel körlüklerin yok edildiğini söyleyecek biri var mı?

Bu soruya cevap vermek hem çok kolay hem de çok zor.

Çünkü zihinsel körlüklerin tedavisi aklın kiraya verilmediği, okuma ile meşgul bir hayattan geçiyor.

Zihnin gözlerini temsil eden ispatlar da ancak öğrenmenin ve öğrenilenin hayata geçirilmesinin bir sonucudur.

Zira kör bir zihin gözü, sorgulamadan satın aldığı bir bilginin ispatını da göremez.

Haçlı Seferleri’ne katılan milyonlar için de bu böyle olmamış mıydı?

Sistemli ve usule tabi olmayan okumalar, ilmi örfü hiçe sayan bilgi sahibini zihinsel körlüklerden kurtaramayacağı için dünyanın hangi sistemini getirirseniz getirin hiçbir şey ifade etmeyecektir.

Hatta böyleleri için dünyanın en özgür sistemleri bile bir “körleştirici” olarak kullanılabilir.

Bu durumda değişen şey kilisenin “Tanrı sarhoşluğu” yerine “demokrasi sarhoşluğu” olacaktır.

Şayet hakikat bu değil ise neden Müslüman bir tolumun üyesi olarak kendisini görenler, susması karşılığında, kendisini konfor içinde yaşatacak parayı reddedip “Yoksulluğu, yalana tercih ederim.” diyen bir Spinoza gibi bile davranamıyor?

İslam coğrafyasının erdemli şahsiyetlerini de daha anmadım ve anmayacağım.

Zira vaziyetin vahameti öylece ortada kalsın istiyorum çünkü.

Yaklaşık dokuz yüz yıl önce yaşamış Romalı tarihçi Cornelius Tacitus Roma için “Devleti düşmanlarından çok vatandaşları tehdit ediyor.” derken acaba zihni kör, açık ispatlara rağmen yalanı göremeyen şahsiyetleri mi kastediyordu?

Her şeye rağmen Spinoza’nın şu sözüyle yazımı noktalamak istiyorum: “Dalga geçmemeli, ağlayıp sızlamamalı, nefret etmemeli, anlamalı.”   

Zihin gözünüz açık ve aydın olsun…